Carlos Ruiz Zafon’la nasıl tanıştım?

Unutulmuş Kitaplar Mezarlığı’na doğru yola çıkan Daniel ve babası olsa gerek kapağı süsleyen bu resim!
Sanırım birkaç gün önce elime bir kitap aldım. Okumak üzere kafamın içinde sıraladığım kitap listemin içinde olmayan bir kitaptı kendisi. Amma velakin evde bu kitabı okuyan biri vardı ve yeni bitirdiği kitabı, okumam için gözümün içine sokup sokup duruyordu.
Sevgili koca kişisi kitabı okumam gerektiğini ısrarla söylediği gibi, bir de okuyup hemen bloga yazmam gerektiğini söylüyordu. Sanırım İmza: Karın’a kendisi için yazdığım mektuptan sonra kendisine karşı olan güveni tavan yaptı. Gerçi Remzi Kitabevi’nin kitap raflarının arasında oğlanın ona götürdüğü kitabı açıp, kendisi için yazılmış mektubu okurken fazla renk vermedi ama demek ki hissettikleri gösterdiklerinden daha fazlaymış.
Açıkçası ben çok sevineceğini, benimle gurur duyacağını düşünmüştüm. O ise, gerçekten çok sevinip bunu belli etmedi ve kendiyle çok gurur duydu.
Sonrası malum zaten. Bizi Remzi Kitabevi’nde Budapeşte pastası yiyip, çay içerken bırakıp hesabı bile ödemeden arabasına atlayıp, Kadıköy’ün kuş uçmaz kervan geçmez sokaklarından birinde zorlukla ayakta kalmaya çalışan dükkana gitti. Dükkanın kapısında rüzgârın esintisiyle sallanan tabelada şöyle yazıyordu: Geçmişten Günümüze Şövalye Malzemeleri…
Tabii ki yırtık şövalyenin üstümde kurmaya çalıştığı baskıya boyun eğmedim. Bloga bir yazı yazacaksam buna ancak kendim karar verebilirdim!
Bana uzattığı kitabı okudum: Carlos Ruiz Zafon ve Rüzgârın Gölgesi
 
Altı çizilmiş birçok cümle, zamanı durdurup hayaller kurmama sebep oldu.
Hatılıyorsanız geçen senenin kitabını daha senenin ortalarında kendi adıma ilan etmiştim ve demiştim ki ”Lizbon’a Gece Treni” benim kitabımdır. Yazarın, kitabı benim için yazdığına dair inancım hâlâ içimde alev alev yanmakta. Nasıl bir duyguydu kitabın bana verdiği! Resmen ruhumu yazarın hikâyesine satmışım gibi hissetmiştim. Kitabı yakın bir zamanda tekrar elime almak için yanıp tutuşmakla birlikte, ikinci okumamda kitaba karşı hissettiğim duyguları kaybeder miyim korkusuyla boğuşmaktayım.
Rüzgârın Gölgesi, ilk birkaç sayfasıyla bana doğru kitabı okumakta olduğumu hissettirdi.
Unutulmuş Kitaplar Mezarlığı’na yaptığı tek bir ziyaret ve oradan aldığı tek nüshası kalmış bir kitabın peşi sıra yazarının peşine takılan Daniel’in hikâyesi benzer bir hikâye gibi görünen Lizbon’a Gece Treni’ni anımsatsa da, Latin Amerika Edebiyatı tadındaki cümleleriyle yazar benim için peşinden gideceğim yazarlar listemin üst sıralarına yerleşti bile..
İçimde yazma isteği uyandıran her yazarı çok sevdiğimi de bu kitap sayesinde anlamış oldum.
Selçuk bu kitabı okumam konusunda kesinlikle haklıydı. Barselona sokaklarında yol alan hikâye, içinde barındırdığı başka birçok öyküyle insanı o sokaklarda yürümeye mecbur kılıyordu. Kitaba konu olan her kahramanın birbirine ölesiye bağlı ama bambaşka öyküleri vardı. Benim yarattığım hikâyenin başka kimlerin yaşamını bu derece etkilediğini, kimi zaman umuda kimi zamanda umutsuzluğa sürüklediğini merak etmeden duramadım.
Ne olursa olsun, okuma serüvenimden asla kopamayacağımı biliyorum. Carlos Ruiz Zafon beni kendime haklı çıkaran yazarlardan biri.
Kitabın yazar karakteri Julian’ın bir kitabında dediği, ”Hatırlandığımız sürece hayatta kalırız.” cümlesini çoktan defterimin boş bir sayfasına not ettim bile.

Blog yazılarımdan e-posta ile haberdar ol

Yorum yazmak için tüm yorumların altındaki alanı kullanabilirsiniz.

Carlos Ruiz Zafon’la nasıl tanıştım?” yazısında 7 düşünce

  1. özlem öztürk diyor ki:

    Altın Kitaplar'la ilgili öyle bir kanı var. Benim için de aynı algı söz konusu:) Kitabı eşim almasaydı ben büyük ihtimalle dönüp bakmadım bile! Diğer iki kitabı da aldım. Bu arada sana iyi bir haber: eğer son kitabı The Prisoner of Heaven ise ingilizceye çevrilmiş. Ben dün Remzi Kitabevinden aldım:)
    Keyifle okunan bir yazar Zafon sahiden:)

  2. Vladimir diyor ki:

    Zafon çok başarılı bir yazar. Farklı bir yayınevinden çıksaydı kitapları türk okurların daha fazla dikkatini çekebilirdi. Altın Kitaplar çok satan hafif kitapları daha çok akla getiriyor ben de yıllarca bu isimden uzak durmuş ama daha sonra 3 kitabını ard arda okumuştum. "Meleğin Oyunu" da çok başarılı bir roman, bir solukta okumazsa rahat edemiyor bir ucundan bulaşan. Son romanı şimdilik yalnızca Fransızca'ya çevrildi.. Onu heyecanla bekliyorum.

  3. Sittirella diyor ki:

    ''..okuyucularının 80%si erkek -değildir…'' demek istemiştim, dedim sanmışım, dememişim 🙂
    Az önce bir yazı okudum Rüzgarın Gölgesi ile ilgili; çok hoştu.
    Bir de söylemeyi unutmuştum, ''Lizbon'a Gece Treni'' elimdeki kitabı bitirdiğimde ilk okunacak kitap olarak sırasını bekliyor.
    Sanırım çok sürükleyici bir okuma süreci olacak çünkü bu kitap hakkında tek olumsuz yazı görmedim bugüne dek

    • özlem öztürk diyor ki:

      I-pad'den cevap yazamadığım için geciktim birazcık. Benim I-pad nedense bir türlü yorum yazdırmıyor, yorum yazarken takılıyor kalıyor!
      Anladım zaten kadınları kastettiğini:) İmza: Karın ile ilgili fikirlerini de Leylak Dalı'yla yaptığınız hararetli bir diyalogtan biliyordum zaten…
      İçinde akan giden bir konu olmayınca bir kitabı okumak benim içinde zor oluyor. İmza: Kızın'ı ve hatta İmza: Karın' ben de ara ara ve teker teker okuyorum. Kendi adıma keyifle yazdığım bir mektubun kitabın içinde olmasından pek memnunum. Umarım hedeflendiği gibi amacına da ulaşır:)))))
      Lizbon'a Gece Treni'nden umarım keyif alırsın. Diğer kitabın konusu da birkaç yerde Lizbon'a Gece Treni ile benzerlik gösteriyor. İkisinde de kahraman okuduğu bir kitabın yazarının izini sürüyor.

      Belki benzer bir konuyu okuyor hissiyle boğulmamak için Lizbon'a Gece Treni'nin ardına Rüzgarın Gölgesi'ni koymazsan daha iyi yapabilirsin. Kanımca Tabiii:))))))) Ya da koyver gitsin:)
      İkisi de son derece doyurucu kitaplar lakin…
      oku bakalım, sen ne düşüneceksin.
      Bekliyorum yorumlarını
      Çok öptüm seni, çoook:)

  4. Sittirella diyor ki:

    Bugün, idefix'te okumak istediğim kitapları sepete attım 🙂 Rüzgarın Gölgesi, aylardır listelediğim kitapların arasında 89. dakikada maça girip 90+2 de tek golle maçı kazandıran futbolcu gibi bir kitap oldu 🙂
    Tavsiyene çok teşekkür ederim.
    Eşinin verdiği tepki gayet normal, erkektir-normaldir. Takılma :)))
    İmza: Karın'ı almadım. Çünkü, İmza: Kızın'ı aldığım halde oku-ya-madım.
    İçim parçalanıyor sanki.
    Bir de, ilk kitap tuttu diye -şahane bir amaç uğruna da olsa- aynı isimle, aynı formatta kitap/film/program yapılmasına karşıyım.
    İmza: Oğlun, İmza: Annen diye gider ama erkek hep odak noktasında kalır. Tüm mektuplar baba-oğul-eş-dede olan erkeğe yazılır.
    Tamam, amaç zaten onlara nasıl davranıp nasıl davranmamaları gerektiğine dair bir fikir vermek. Kızına-eşine nasıl davranırsa, yıllar sonra sonuçları nasıl olacak bunu görmelerini sağlamak.
    Ama, erkekler bu mesajı alıyor mu dersin?
    Bahse girerim İmza: Kızın ve İmza: Karın okuyucularının 80%si erkektir, belki de daha azı.
    Aralarında mesajı alıp ''Ben şu davranışımı değiştirmeliyim'' diyecek erkeğin çıkma ihtimali bence çok parlak değil.
    Kitap satışından elde edilen gelirin yardıma gitmesi bu hareketin tek karı oldu…ne yazık ki mesajlar asıl hedef olan erkeklere ulaşamadı gibi geliyor bana :/
    Neyse, böyleyken böyle işte.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir