Mekong Nehri’nde bir gün…

Blog yazmanın en güzel yanı, geriye dönüp uzun uzun bakmak galiba.

Mekong Nehrinde geçirilen zaman.

Üstünden çok vakit geçmemesine rağmen, şimdi bile Vietnam gezisinde hangi sırayla nereleri gezdiğimizi düşünürken tökezleyip duruyorum. En güzeli elbette yaşanan her şeyi, yaşandığı zaman diliminin içinde yazıya dökmek. Bu gezi sırasında ben  bu dediğimi hayata geçirmeye çalıştığım her seferinde yorgunluğa ya da uykusuzluğa teslim oldum. Şimdi aklımda kalanlarla, çektiğim fotoğrafları birbirine eklemeye çalışıp geçmişte kalan anları bir bir çağırıp duruyorum.

Güzel yemekler yediğimiz her yer aklımda ama!

İlk akşam Indochina Restoran’dan kalktıktan sonra tekrar otobüse doluşup otelimize geldik. Otelimiz hem yer açısından, hem de kalite açısından güzel bir oteldi. Gerçi otelin keyfini çıkaracak pek vaktimiz olmadı. Yapılan plan dahilinde gece otelde konaklayacak, sabah erken saatte alınacak bir kahvaltıdan sonra da Mekong Nehri’nde yapılacak bir tekne gezintisine katılmak üzere otelimizden ayrılacaktık. Sabah erken saatlerde bavullarımızla beraber lobide sıralandık. Kahvaltı nefisti. Kahvaltımla beraber çay, ardından da kahve beni yola hazır hale getirdi.

Vietnam’la ilk tanışma

Otobüse doluşup, Vietnam’ı tanımak için ilk yolculuğumuza başlamış olduk. Sabahın erken saatleri olmasına rağmen sokaklar motosikletlerinin üstünde kural tanımadan yolları gasp eden insanlarla doluydu.

Sevgili Kitabı’nın yazarı Marguerite Duras bir araba vapurunun üstünde Mekong’dan geçerken şöyle diyor kitabın ilk sayfalarında: ”Mekong üzerinde ilerleyen bir araba vapuru. Görüntü ırmağın geçildiği sürece sürüyor. On beş buçuk yaşımdayım, mevsim diye bir şey yok bu ülkede, bir tek, sıcak, tekdüze bir mevsimdeyiz, yerkürenin uzun sıcak bölgesindeyiz, ilkyaz yok, baharın geri dönüşü yok.”

Planımız: Vietnam’ın can damarı sayılan Mekong Nehri’nin üzerinde bir gezinti yapmak ve nehrin oluşturduğu delta üzerinde kurulmuş meyve bahçelerinden birinde gezmek, Vietnamlıların yaşamlarına kıyısından köşesinden göz atmak.

Tiin yine yol boyunca hiç susmadan konuştu. Buradan takdir etmek isterim ki, bazı arkadaşlarımız da rehberin söylediklerini nasıl oluyorsa anlıyor ve bizlere anlatıyorlardı. Mesela ben, yol boyunca rehberin ağzından dökülen ”rayfi” kelimesini kafamda bulmaya çalıştığım cümlenin hiçbir yerine oturtamıyor ve doğru cümleyi bulamıyordum. Dayanamayıp sorduğumda, rehberin konuşmasını nasıl olduysa çözmeyi beceren arkadaşlarımdan biri,  (burada isim vererek hakkını teslim ediyorum: Pelin, bu yüce kişi sensin!) rayfi’nin aslında bir kelime değil iki kelime olduğunu, onun da kısaltılmış bir kelime olduğunu aktardı bana. Rayfi, rice field, yani pirinç tarlası demekti. 😀 Sonraki gün, esport’un airport olduğunu, balan kelimesinin balans kelimesinin yarım hali olduğunu öğrendim. Birkaç gün daha Tiin’i dinleseydim, birlikte kendi özgün İngilizcemizi oluşturabilirdik aslında.

Vietnam’da yollar nasıldı?

Gelelim yol durumuna: Önce yol kenarında turistik bir bahçede konakladık. İçeride güzel hediyelik eşyalar vardı. Seyahatin daha çok başında olduğumuzu düşünerek, beğendiğim hiçbir şeyi almadım. Büyük hata yapmışım. Bir tek yer hariç bir daha hiç böyle güzel hediyeliklerin olduğu bir yerde durmadık. İlk durağımızla birlikte ben tropik meyveleri yudumlamaya başlamıştım bile.

Mekong Nehri: Hindistan Cevizi sularını içmeye başladık bile.

Yol kenarındaki yeşillikler içindeki bu konaklama yerinden ayrıldıktan sonra tekrar otobüse doluşup bu sefer Mekong Nehri’nde yapacağımız geziye başlamak için My Tho‘dan bota bindik.

My Tho’dan Tekneye Biniş

Mekong Nehri nasıl bir yer?

Mekong Nehri, sahip olduğu gerçek rengini çok yıllar önce kaybetmişti anlaşılan. Çamura bulanmış geniş bir su önümde uzanıp gidiyordu. Mekong Deltası’nı renklendirmek için gökyüzü kendinden açık mavi-beyaz bulutlar hediye etmişti, gezinti tekneleri ise mavinin neşeli renkleriyle eşlik ediyorlardı Mekong’a. Mekong Nehri’nin altında yaşayan koca ejderhayı korkutmak için yıllar önce teknelerinin baş kısmının iki yanına çizilmiş gözler nehrin derinlerine doğru bakıyorlardı. Efsane bu ya, aşağıdan bakan ejderha bu koca gözleri başka bir ejderhanın gözleri sanacak ve korkup saldırmayacaktı suyun üstündekilere… Nehrin toprağa karışmış sularında bir müddet seyahat ettikten sonra derme çatma bir iskelenin yanında durduk. Klasik bir turist atraksiyonunun içinde, Tiin’in sesini uzaktan bir tını gibi dinlemeyi öğrenerek karaya ayak bastık. Buraların bitki örtüsüne diyecek sözüm yok: Varsa yoksa yeşil!

Geleneksel bir çay seremonisine eşlik edeceğiz bahçeye gelmeden önce tanımadığımız bitkilerin arasından ilerledik. Tiin bize ‘aşk merdivenine’ benzeyen bir bitki gösterdi ve savaş sırasında askerlerin bu bitkinin yapraklarının şekline bakarak gittikleri yoldan daha önce başkalarının gidip gitmediğini tespit ettiğini söyledi. Bitki, kendisine dokunan bir nesne ya da insan olduğunda yapraklarını içe doğru kıvırıyordu.

Mekong Nehrinde bir gün
Mekong Nehrinde bir gün

Bildik turistik atraksiyonlar

Sonrasında ne kadar cesur olduğumu ispatlamak için bir üstünde arılar olan bir peteği tuttum. Bana ait olan tüm cesaret gösterim bu kadardı. Bahçenin hemen arkasına yürüdüğümüzde gördüğüm, bir kadının sırtına dolanmış yılanı tabii ki ellemedim. Küçük bardaklarda ikram edilen çaydan yudumladım, kurutulmuş muz dilimlerinden atıştırdım.

Mekong Nehrinde Eğlence
Mekong Nehrinde Eğlence

Çay içtiğim bahçeden sonra tekrar teknemize bindik. Tiin önde, biz arkada ilerlemeye devam ediyoruz. Ben mümkün olduğunca yılan ve benzeri hayvanların yakınında olmamaya çalışıyorum. Bir müddet nehrin üzerinde ilerledikten sonra, yine yeşillikler içinde bir bahçenin kenarında duruyoruz. Bu sefer bir meyve bahçesine geldik.

Buraya nefis meyveler yemek için geldik. Meyveden sonra bahçede konaklayanlar teker teker şarkılar söylediler bize. Sanırım hepsi bir ailenin üyeleri…

Müzik dinletisinden sonra buradan da ayrılıyoruz. Yolculuğumuz biraz teknede, biraz da konakladığımız kenar kenarındaki yerleşimlerde geçiyor. Uzun sürmeyen bir tekne yolculuğundan sonra bu sefer de ”Hindistancevizi Fabrikası”na geliyoruz.

Hindistancevizi Şekeri Fabrikası ya da öyle bir şey

Açıkçası böyle bir yere Türkiye sınırlarında pek fabrika denmez, daha çok üstü öylesine kapatılmış bir terası anımsatıyor burası. Kızlar bir masanın etrafında toplanmış, biraz ötelerinde yapılan şekerlemeleri kesip, paketliyor. Şekerlemeleri teker teker paketlerken ellerinin hızını takip etmek mümkün değil. Etraf pis, eninde sonunda bir bahçenin orta yerinde yapılan bir imalattan bahsediyoruz. Ağzıma atılan şekerlemenin tadını beni pek mutlu etmiyor.

Fabrikadaki gelişmiş şeker kazanları 😀
Fabrikadaki gelişmiş şeker kazanları 😀

Burada aynı zamanda değişik şaraplar da vardı. İçmek için en makul olanı muzdan yapılma olan muz şarabıydı. İçinde sıra sıra yılanlarla, akreplerin yüzdüğü diğer şaraplarsa hiç ilgimi çekmedi. Şaraba karşı olan sevdamı Fransa dolaylarında sürdürmekteyim hâlâ.

Mekong Nehrinde vahşi hayvan var mı?

Mekong Nehri’ne gidip de vahşi, zehirli ya da kemirgen bir hayvanla karşılaşır mıyım acaba diye düşünmeye, ürkmeye hiç gerek yok. Allaha şükür, ortalıkta gezinen her hayvanı yakalamış ya ızgarasını yapmış Vietnamlılar ya da şişelemişler. Hindistan cevizi fabrikasında şekerimizi yiyip, şarabımızı içtikten sonra yürüyerek fabrikanın arkasına geçiyoruz. At arabaları bizi bekliyor. Dörder kişilik ekipler halinde bu sefer başımıza ne geleceğini düşünerek biniyoruz at arabalarına.

Benim için günün en keyifli atraksiyonu bundan sonra gerçekleşti. Sampan adı verilen dar teknelerle Mekong Nehri’nin ince kolları arasında bir gezinti yaptık. Nedense geniş kollar halinde Vietnam’da gezinen Mekong Nehri’nin adını koyamadığım sessizliğindense, bu ince kolların insanı iyi hissettiren naifliği bana iyi geldi. Hindistan cevizinin bir de suda yetişen cinsi varmış. Nehrin dar kolu boyunca kıyıdan hiç ayrılmadı su hindistan cevizleri…

Okumaktan yoruldunuz herhalde. 😀 Ben hâlâ Mekong Nehri’nde yaptığımız ilk günü bitiremedim. Üstelik daha öğlen yemeği bile yemedik. Şimdi sizi harika bir öğlen yemeğine götürüyorum o zaman. Bu kadar gezdiğimize ve yorulduğumuza değecek bir yemek olmalı!Kanolardan tekrar tekneye… Bir sonraki durağımız nehir kenarında bir restoran olacak. Şimdi bu yazıyı yazarken bile ağzım sulanıyor.

Karşınızda ‘Fil Kulağı” balığı!

Lezzetinden ziyade, sunumu çok güzeldi. Garsonlardan biri gelip, balığı parçalara ayırdı ve sonra aynı lavaş gibi yapılmış pirinç yufkasına sarıverdi balığımızı. Biz de lokma lokma yedik.

Her zaman tek geçerim!

Ben bugünlük çok yoruldum. Buradan çıktıktan sonra ne yaptık acaba?

Blog yazılarımdan e-posta ile haberdar ol

Yorum yazmak için tüm yorumların altındaki alanı kullanabilirsiniz.

Mekong Nehri’nde bir gün…” yazısında 9 düşünce

  1. Berfin Yalcin diyor ki:

    Seninle adım adım dünyayı dolaşmak güzel.. Şarabın hakkını bencede Fransa'ya verelim.. Ama muz şarabıda dikkatimi çekti.. Bu Vietnam'lılar çok taze tüketiyormuş herşeyi, nerdeyse canlı yani.. Meşrubat kutularında tavuk ayakları falan satılıyordu. Ben bunları tv lerde gördüm geçen.. Dudaklarımı aşağı bükerek izledim.. Sende yemeklerinin güzelliğinden, lezizliğinden bahsediyorsun.. Ben anlamıyorum ki, kim doğru kim yalan söylüyor:))

    • özlem öztürk diyor ki:

      Yemekler çok kötü diyenler haklı! Normal şartlar altında Çin yemeklerini çok seven biri olarak Vietnam ve Kamboçya yemekleri beni çok zorlamadı. Ah bu yemekler nefisti dediğim yemeklerin hemen hemen hepsi deniz mahsülleri ve sebze yemekleriydi zaten. İçine kişniş katılmadığı takdirde wok'ta yapılmış her sebzeyi yerim herhalde… Pek tabii, hep güzel yerlerde yedik yemeğimizi, bunun da yemekleri sevmemde etkisi büyük. Şöyle dedi Hanoi ve Halon Bay'de bize eşlik eden rehberimiz Lily: Vietnam'da kaldırımlar yemek tezgahları için yapılmıştır. Kaldırımlarda yürümez, bunun yerine oturur yemek yersiniz. Yani, Vietnam'da tüm kaldırımların üstü kazanlarda, tencerelerde yemek yapan tezgahlarla dolu ve Türkiye'den gelen biri olarak o yemekleri yemek mümkün değil. Bu arada domuzun kanının süzülerek elde edilen kan'dan yapılan kan çorbasından ya da ızgarada çıtır çıtır pişen fare etlerinden falan bahsetmiyorum. Tavuk ayakları bunların yanında sevimli bile kalıyor:)))))

    • özlem öztürk diyor ki:

      İkinci güne geçtim hayırlısıyla:)) Gezi yazılarını yazmak çok kolay olmuyor. Bir dolu fotoğraf çekmiş oluyorum.
      ….bir de her şeyi anlatmak istiyorum. Bu sefer fazla uzun oluyor falan…:))) Çok oyalanıyorum, çoook…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir