Cabo da Roca- Avrupa’nın en batı ucuna yolculuk!

Lizbon’da yağmurlu bir sabaha uyanıyoruz. Bugün hedefimiz Sintra’ya gitmek. İlk olarak Sintra‘ya gidecek, oradan da Avrupa’nın en batı ucunun bulunduğu Cabo da Roca‘ya geçeceğiz. Sintra’ya giden trenler Lizbon’da Rossio Tren istasyonundan kalkıyor. Güzel, insanı içine alan, bizim çocukluk günlerimizden kalma tren garlarını anımsatan sevimli yer. Her tren istasyonu gibi devinimi yüksek, kalabalık ve hayat akan bir köşe. Tren istasyonları bana tüm dünyanın eşit olduğu bir yer gibi geliyor hep. Trene yetişme telaşı taşıyan, insanı zaman zaman nefessiz bırakan, kahve kokusunun bir yerlerden burnunuza ulaştığı taştan, yüksek, güzel binalar. Sanki yaşama dair her mucize burada gerçekleşebilirmiş gibi bir hissiyat. Ya da tüm kırgınlıklarını burada bir trenin sırtına yükleyebilir ve yeniden ayağa kalkacak gücü bulabilirmişsin gibi.

Trenler, tren yolculukları…

Güzel insanların ulaşım aracı. Seyahati sevenlerin, seyahatin içinde başka anlamlar arayanların gelip geçtiği mekanlar…

 
 

Sintra, Ortaçağ güzelliğini taşıyan bir kasaba.

Dar sokaklar, insan eliyle örülme yüksek taş duvarlar, zamanının soylularına ev sahipliği yapmış saraylar, bahçeler, şimdilerde de turist avı için bekleyen bistroları ve kafeleriyle eski bir yerleşim. Sintra’nın güzelliğini aşağıya çekmek değil derdim ama bizi uzakta bekleyen iyot kokulu bir yer var. İnsan elinin yapmaya, yıkmaya, değiştirmeye gücünün yetmeyeceğini bir okyanus, gür dalgalar, bağıra bağıra konuşan rüzgâr…

 

Sintra Estaçao‘da trenden inip yolun karşısındaki kafeye geçiyoruz. Üzerinde gelişi güzel afişlerin yapışık olduğu, buğulu camlı bir kafe burası. Sıcak kahve ve çayın dışında kafeden çok bir bakkalı anımsatıyor bana. İstasyondan çıkacak birini bekleyenlerin ya da bir saat sonra kalkacak trenlerine kadar burada oyalanan yolcuların durak yeri. Biz de burada oyalanıyoruz çünkü Cabo da Roca’ya giden otobüsümüze daha var. Birer kahve alıyoruz. Ben duvarda numaralandırılmış gofretlerden bir tane almak istiyorum. Paramı uzatıp üç numaralı gofreti almak istediğimi söylediğimde gofretlerin öyle satılmadığını çeki yapmam gerektiğini öğreniyorum. İki kez numara çeksem de istediğim gofreti alamıyor, elimdekiyle yetinip oturuyorum masaya geri.

 

Sonrası otobüs yolculuğu… Denize doğru….

 
Cabo da Roca- Dünyanın yakın köşesine yolculuk
Cabo da Roca- Dünyanın yakın köşesine yolculuk

İlerledikçe sanki iklim de bitki örtüsü de değişiyor. Nihayet dağların arasından açılan dar bir yoldan denizin biraz ileride uzandığı yere varıyoruz. Otobüsten inince deli bir rüzgâr karşılıyor bizi. Sesi, kulaklarımın dibinde vızıldayıp duruyor. Güçlü, dediğim dedik ve şiddetli bir rüzgâr var. Saçlarım, hatta vücudum bile rüzgârın çağrısına karşı koyamıyor. Uzakta görünen deniz fenerine doğru yürüyoruz. Okyanusun dağı oyduğu yerdeki sonsuzluk o kadar belirgin ki otobüsten inenlerin yarattığı kalabalık etkisini yitiriyor, bu hiçlik içinde yok olup gidiyor.  

Vardığım en güzel yerlerden biri Cabo da Roca.

Okyanusun mu yoksa rüzgârın mı daha hırçın olduğunu bilemediğim bu yerde tadına doyulmaz bir yalnızlık duygusu kol geziyor. Biraz tekinsiz ama tek kelimeyle muhteşem. İnsanız işte! Hepsi bu kadar! Bize sunulan tek bir yaşamın içinde okyanusun kenarına kadar gelip, suların erittiği kayalara bakıyor, karşı kıyıdaki başka yaşamları geçirebiliyoruz ancak aklımızdan. İnsanın doğa karşısında yapacak hiçbir şeyi yok ve hâlâ inatla onu değiştirmeye çalışıyoruz. Elimizden tek gelen saygı göstermek aslında; ötesi değil.

Atlantik Okyanusu’na doğru: Cabo da Roca

Dünya bu sert köşeleriyle ne de güzel!

Okyanusun kıyısında bir müddet sessiz kalıp ikimiz de burada olduğumuz için şükrediyoruz. İçimize konuk olan duygular gezilecek nice saraydan daha güzel. Patika yoldan kıvrıla kıvrıla bir başka kafeye gidiyoruz. Buraya daha güzel bir yerin yakışacağını düşünüyorum. Çirkin masalardan ve sandalyelerden, içeriyi boğan yanık yağ kokusundan daha iyi şeyler hak ediyor uzanıp giden manzara. Mis gibi kahve kokusu, anne keki ve kitap defter lazım buraya. Kahve içmeden çıkıyoruz binadan. Danışma merkezine gidip Avrupa’nın en batı ucunda bulunduğumuzu belgeleyen sertifikalarımızı alıyor ve otobüsümüzü beklemek için durağa çıkıyoruz.

Dışarıda bizim gibi birkaç yolcu, bir de sahipsiz bir köpek var.

Herkese Cabo Burnu’na gidin diyemem; zira dediğim gibi yıkık bir kafeden başka bir şey yok o uçta. İnsan kendisiyle karşılaşıyor sadece, elbette isterse…

İlgilenenler için:

Ekşiciler de böyle yazmış benim mekan için.

Bir blogcu da şöyle bir yazı bırakmış bizim için.

Blog yazılarımdan e-posta ile haberdar ol

Yorum yazmak için tüm yorumların altındaki alanı kullanabilirsiniz.

Cabo da Roca- Avrupa’nın en batı ucuna yolculuk!” yazısında 4 düşünce

  1. İzler ve Yansımalar diyor ki:

    Satırlarını okurken bir kez daha uzandım; Coba da Roca'ya! karanın bittiği ve insanı içine alan, uçsuz bucaksız okyanusu kıyısına. Böyle gezgin ruha sahip olanların ortak duyumsamaları, hisleri oluyor!. pek fazla konuşmadan da birbirini anlıyor insan. Farklı coğrafyalar ve iklimlerde dolaşırken, yürekler nasıl pır pır eder!. Mutluluklar çoğalır 🙂 Özgürce dolaşmak… asıl bu, çok daha güzel elbette. Biz bir tura bağlı olarak gittik. Dolayısı ile biraz koştur koştur durumu fazlaca oldu, ancak 15 şehiri bu kadar kısa zamanda gezip göremezdik..bir de ülkemizin kredisi kalmadı artık, gördüğün gibi hepten vize işini işkenceye döndürdüler. Neyse, her hali ile gezgin olmak güzel şey..gidemediğinde de insan, öncekileri ve gelecekte görmek istediği yerleri hayal ediyor, dolayısı ile ruhu mütemadiyen kanatlanıyor diyelim..kalemine sağlık, nicelerine.. sevgilerle..

  2. TUĞBA'NIN DÜNYASI diyor ki:

    Macera kadını seniii:) Harikasınız valla. Çok güzel bir yermiş. Bayıldım. Hem anlamı da çok güzel. Deniz şahane, dalgalı dalgalı. Ne mutlu size. Gezin gönlünüzce. Biz de Fas'ta okyanusa bakakalınca benzer duyguları yaşamıştık, dalgalı bir deniz, kayalara gürültülü temasları ve rüzgarın sesiyle. Keşke hep gitsek, böyle güzel yerlere varsak..
    Hep de denizlere çıksa ya sokaklar, yollar dimi ama:)

  3. Berfin Yalcin diyor ki:

    Yagmur damlalarini, rüzgarin ugultusunu, okyanusun kiyiya vuran sesini.. hepsini hissettim.. Ters dönen Semsiyeyi bile gördüm sanki.. Birde üstüne oralardan el yazisi ile cok güzel yazilmis (hem yazi, hem icerik) bir kartta elimde duruyorsa, canli canli bende Cabo da Roca daydim bugün:)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir