Hindistan: Agra Kalesi

Agra Kalesi ‘ne gideceğiz. Yine erken bir sabah…

Hindistan’da güneşi karşılamak için bir dolu sebebimiz var.

Bir sabah Ganj Nehri’nde karşısına çıktık güneşin. Bu sabah Tac Mahal’in arkasından doğsun diye bekleyeceğiz.

Odanın telefonu erkenden çalmaya başlıyor, kalkma vakti geldi.

Agra Kalesi ve Tac Mahal’e yolculuk

Red Fort’tan görünen manzara

 

Kuzey olsa şöyle bir soru sorardı: Neden Tac Mahal’i dünyanın yedi harikasından biri olarak seçmişler?

Sence dünyanın yedi harikasından biri olmayı hak ediyor mu?

Çocukların bizim dile getiremediğimiz soruları sormasına bayılıyorum. Sahiden Tac Mahal dünyanın yedi harikasından biri yapan şey ne? Bunun cevabı aşk adına yapılmış bir mabet olması olsa gerek.

Agra Kalesi ve Tac Mahal’e girişimiz

Otobüsle Tac Mahal yakınlarında bir yere geliyoruz. Burada golf arabaları gibi arabalara bineceğiz. Bu arabaların özelliği elektrikle çalışması. Birkaç yıl önce  benzinle çalışan araçların Tac Mahal’e yaklaşması yasaklanmış çünkü beyazlığı ile övünülen Tac Mahal’in mermerleri kirlenmeye ve kararmaya başlamış.

Rehberimiz dün akşamdan beri uyarıyor: Çantanızda lüzumsuz hiçbir şey kalmasın. İçeriye yiyecek, içecek, tripod gibi şeyler sokmanıza izin verilmiyor. Pasaportlarınızı bile otelde bırakabilirsiniz. Burada ihtiyacınız olmayacak. Sahiden de sıkı bir kontrolden geçiyoruz. Sıradaki yabancı bir çift çantalarındaki yiyecek içecekten dolayı Tac Mahal’in girişinde kahvaltı yapmak durumunda kalıyor. Sırtlarındaki azığı geride bırakmaya hiç niyetleri yok. Rehberden öğrendiğime göre kişi başı 10 Euro karşılığında içeri giriyoruz. Hindistan için hatırı sayılır bir fiyat bu.

”Tac Mahal’in kırmızı kapısından içeri girip, yeşillikler içinde yürüdüğümüz aklımda. Ön kapının karanlık avlusundan görünen Tac var bir de her düşündüğüm de gözümün önüne gelen. Avlunun Tac’a açılan kapısından ötede, birden karşına çıkan devasa bir aşk mabedi. Aşka ödenmiş bir borç.”

Turistler  bu kapıdan girer girmez Tac Mahal’i arkalarına alıp fotoğraf çektiriyorlar. Fotoğraf makinesi olmayanlar için de etrafta gezinen fotoğrafçılar var zaten. Bazen fotoğraf makinelerimiz ve cep telefonlarımız olmadan yapılan bir seyahati düşünüyorum. İnanır mısınız bunu hayal etmekte bile zorlanıyorum.

Red Fort-Jaipur

Fotoğraf makineniz olmasa Tac Mahal’e arkanızı dönmezsiniz değil mi?

Evet! Kesinlikle dönmezsiniz. O zaman hepimiz Tac’a gereken değeri daha çok veririz belki.

Bir yapıyı güzel yapan nedir? Mimarisi mi hikayesi mi?

Red Fort- Jaipur

Başkalarının ne düşündüğünü bilmiyorum. Uzun zamandır başkalarının dayatmaya çalıştıkları şeyleri de duymazlıktan geliyorum. Buradan devamlı söylemeye çalıştığım bir şey var: Kendi hikayemizi kendimiz yazalım. Gezdiğimiz her yer orayı gezdiğimiz kişilerle, yaşadığımız an’ı güzelleştiren minik ayrıntılarla değerli ve anlamlı. Hikayesi olmayan her şey bir süre sonra silinip gidiyor akıldan. Tac Mahal’de öyle bence.

İçeride dolaşılacak, fotoğrafı çekilecek bir şey yok. ”Paraymış, pulmuş, hepsi boş!” diyesi geliyor insanın. En çok Tac Mahal’in arkasını dolanıp, beyaz mermerlerin üstünde oturduğumuz zamanı seviyorum. Sabahın sakinliği, gezgin olmanın hafifliği havada dolaşıyor gibi. Yanımda Selçuk olmasa buranın hiçbir anlamı olmayacağını biliyorum.

Şah Cihan ve Mümtaz Mahal

Beyaz mermerli devasa yapıda Şah Cihan ile Mümtaz Mahal’i yan yana bırakıp yola düşüyoruz.

Otele.

Önce güzel bir kahvaltı yapacağız. Sonra Agra Fort’u göreceğiz ve nihayetinde Jaipur’a doğru yola çıkacağız. Jaipur’da başka bir Hindistan bulacağımla ilgili bir his var içimde.

Agra Kalesi
Agra Kalesi

Sonunda Agra Fort’dayız.

Red Fort

Kızıl Saray

Burası Moğol İmparatorları’nın 1857 yılına dek 200 yıl boyunca kullandıkları saraymış. Sarayın etrafındaki yüksek duvarların hepsi kızıl kum taşından yapıldığı için buraya ”Kızıl Saray” deniyor.

Gerçekten etkileyici bir mekan. Dışındaki devasa duvarlardan çok içinden etkilendiğimi söylemek isterim. Burası aynı zamanda Şah Cihan’ın karısı Mümtaz Mahal’le ilk kez göz göze geldiği yer. Yani Mina Bazaar, bu yapının avlusunda kuruluyormuş. Birkaç yazı öncesinde anlattığım masalda bu aşkı, Mümtaz Mahal ile Şah Cihan’ın nasıl tanıştıklarını öğrenmiştik değil mi?

Red Fort- Jaipur

Tac Mahal ve bir aşk hikayesi

Sarayın pazar kurulan avlusunda ilk kez göz göze geliyorlar ve sonra o bakışın uğruna Tac Mahal yapılıyor. Şah Cihan, karısı için bu devasa anıt mezarı yaptırdıktan sonra nehrin diğer tarafına, Tac’ın hemen karşısına da bu sefer siyah mermerden bir anıt yaptırmak istiyor. Lakin iktidarı ele geçirmiş oğlu buna izin vermiyor ve babasını annesini ilk kez gördüğü ve aşık olduğu bu sarayın bir odasına hapsediyor.

Agra Kalesi: Şah Cihan'ın Mümtaz Mahal ile ilk kez göz göze geldiği avlu
Agra Kalesi: Şah Cihan’ın Mümtaz Mahal ile ilk kez göz göze geldiği avlu

 

Red Fort- Kızıl Saray

Şahın gözünden Tac Mahal

Şah, bu zamandan öldüğü güne kadar saraydaki odasının penceresinden Tac Mahal’i seyrederek ömrünü tamamlıyor.

Agra Kalesi: Bu mezar, İngilizlerin Hindistan'ı sömürge olarak kullandıkları zamanlarda burada ölen bir generalin mezarı. General ölünce Agra Kalesi'nin içine gömüveriyorlar.
Agra Kalesi: Bu mezar, İngilizlerin Hindistan’ı sömürge olarak kullandıkları zamanlarda burada ölen bir generalin mezarı. General ölünce Agra Kalesi’nin içine gömüveriyorlar.


Hindistan hikayelerin ülkesi gibi değil mi? Rehberimiz kalenin içinde gömülen komutanın mezarıyla ilgili şunu söylüyor: Hiçbir şeye saygısı olmayan İngilizler. Hindistan’ın tarihini oluşturan bir yapının içine kondurulan bir mezar. Bunun adı saygısızlık değilse nedir?

Tüm doğu hikayelerinin can bulduğu bir ülkede masallar dinleyerek geziyoruz.

Gelelim bu blog sahibesinin diğer yazdığı Hindistan Yazılarına 😀

Ölümün başkenti Varanasi’yi okumak için BURAYA

Varanasi’deli ölü yakma törenlerini izlemek için BURAYA

Hindistan’daki Aşk Tapınaklarına bir ziyaret yapmak için BURAYA tıklayın. Daha okunacak çoook Hindistan yazısı var bu blogda.

Blog yazılarımdan e-posta ile haberdar ol

Yorum yazmak için tüm yorumların altındaki alanı kullanabilirsiniz.

Hindistan: Agra Kalesi” yazısında 5 düşünce

  1. TUĞBA'NIN DÜNYASI diyor ki:

    Blogda yazılar bazen acayip görünüyor yani tarih olarak. Her gün kontrol ediyorum yazdın mı diye dün de bakmıştım ama bugün yeniden baktım ki 5 gün önce yeni yazı yazılmış gösteriyor çok acayip:) Tac mahal yazısını okumamışım ben. Bunu okuyup ona döndüm hemen. Hikayesi olan yapılar daha cezbedici ama ben hikayeleri unutuyorum aklımda yapının detayları kalıyor. Bu yüzden detaylarına daha çok önem veriyorum hikayesinden çok. Bu zaman içerisinde öğrendiğim bir şey. Artık benimsedim. Öbür türlü detayları kaçırıyorum çünkü. Çok güzel yerler oralar, yani ayırt etmeksizin hepsi güzel geliyor bana. Oranın ruhunu, desenlerini seviyorum. Fotoğraf karelerindeki sessizlik de hoşuma gidiyor. Hani bazı fotolar bangır bangır bağırır çünkü ya, bunlar öyle değil. Ben de fotoğraf çekmeden makinam veya telefonum olmadan ne yapardım bilmiyorum. Bunlar hep yalnız yitip gitme, dünyadan göçme korkusu gibi geliyor bana, yani en azından kendim için öyle.
    Öbür yazına döneyim. Gene gelirim.
    Öpüyorum

    • özlem öztürk diyor ki:

      Blogunda yazıları yazdığım gün görmemen senden değil benden kaynaklı olabilir. Uzun zamandır bu dertle uğraşıyorum ama şimdilik çözüm bulamadım. Yazımı yolladıktan hemen sonra ara yüzde blogları izlediğimiz yerde hemen çıkmıyor ne yazık ki yazım. Bazen iki saat sonra, bazen de dokuz saat sonra oraya düşüyor. Blogun ana sayfasında gözüküyor ama yazdığım yazı. Şu ara blogta aksayan yanları düzeltmek için uğraşıyoruz bir arkadaşla. Yavaş ama sağlam adımlarla ilerliyoruz.
      Bende de yapının detayları kalmıyor. Hikâyesi olan her şeye tutkunum. Ne yazık ki hikâyeler de bir süre sonra zihnimde sırra kadem basıyor. Kafa meşguliyetinden olabilir. Bazen bir tek kez gidebileceğim bir yerdeysem kendime, ''Mühürle bu anı Özlem. İyi bak, ruhuna kazı ve bir daha unutma!'' diyorum. Sonra da söylediklerim acı geliyor kulağıma. Bir gün hepimiz ölüp gideceğiz, bu yapılar ayakta kalmaya devam edecek ve başka insanlar, başka aşklar gelip geçecek önlerinden.
      Böyle aklıma geldiğinden beri, Selçuk'u mühürlüyorum Tac Mahal'in kafamdaki imgesine, başka bir yerde Kuzey sevdiğim bir yapının bir köşesinde oluyor.
      Böyle dalıp gidiyorum işte. Ben de dünyadan göçme duygusuna ara ara takılıyorum galiba. Kuzey hızla büyürken daha çok fark ediyorum bunu.
      Lüks arabaların, bir sürü kıyafetin, lüzumsuz takıların önemi yok gözümde. Önemli olan güzel anılar biriktirmek, keyifli anlara tanıklık etmek. Geçmişe öyle tuhaf bir özlem duyuyorum ki ben bile şaşırıp kalıyorum. İyi ki gelmişin bak yazıya. Neler dedirttin bana yine.
      Çok öpüyorum seni.

    • TUĞBA'NIN DÜNYASI diyor ki:

      Ay Özlem seninle sabahlara kadar konuşasım var sorma:)
      Hayat çok basit aslında ama biz insaoğlu karmakarışığız. Para pul şan şöhret lüzumsuz şeyler, mutluluk huzur yeter bir ömür yaşamaya. Ama böyle konuşunca işte herkes bana gözleriyle salaksın sen diyor hani bir ben kalmışım gibi böyle düşünen. Millet ego manyağı olmuş. Vallahi dönelim evimde huzura ereyim dostlarla iki sohbet edeyim hasta falan da olmayalım iyi olalım başka da bir şey istemiyorum. Bir de geçmişe çok takılmamak lazım geliyor benim gibi ruhlar için. Bazen bu zamanda olmak zulüm gibi sorma, bir de çocukluğumdaki o güzel günleri çok özlüyorum. Böyle biri dursa karşımda sussa da sabahlara kadar günlerce anlatsam istiyorum:) Sana yazmak çok iyi geliyor. Dönmeden sana posta yollayacağım, hatıra kalsın. Umarım bu sefer başarabilir postacı zarflarımı kaybetmemeyi..
      Sevgiler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir