Teşekkür Pazartesisi: Hayat, geçen hafta…

Çilek Suyu Sibel‘i izleyeniniz var mı?

Ben çok keyifle takip ediyorum kendisini. Cuma günü yolladığı şükür ve teşekkür konulu yazıları her zaman içimi ısıtıyor, kalbimin sevgiyle dolmasına sebep oluyor. Geçen gün kendi kendime şöyle dedim, ”Madem bu kadar seviyorsun, neden sen de yazmıyorsun? Hem bu sıkıcı gündemden sıyrılmak için bir sebep bulmuş olursun kendine, hem de hayatındaki güzel şeyleri görmeye odaklanırsın.”
Bu hafta bu postun konusu için bir sürü malzemem var üstelik. En sevdiğim şehirdeydim.
Geçen haftanın en güzel kısmı cumartesi günü sabah erkenden başlayan seyahatimizdi elbette.
Seyahatin iyi taraflarından biri de Kuzey’in tatil moduna girip, birkaç fotoğraf çekmeme hatta onları sosyal medyada paylaşmama izin vermesiydi. Kaderde bu durumlara düşmek de varmış, ne yapalım?

 

Haftanın en güzel sabahı, serin de olsa bir Paris sabahına uyanmamdı. Evde ilk önce uyananın kim olduğunu tahmin edersiniz herhalde. Çatıların üstü gecenin soğuğu ile ıslanmıştı. Gün tam anlamıyla aydınlanmamıştı ama ben yine de yataktan erkenden fırlamıştım. Ne de olsa bu şehirde saatler çok hızlı ilerliyordu.

 

Dubai’de yaşayan arkadaşlarımız seyahatlerinin yönünü Norveç’te değiştirdiler ve oradan bir Paris uçağına atlayıp yanımıza geldiler. Birkaç nefis gün geçirdik birlikte. Bu işe en çok sevinenler çocuklar oldu. Kuzey, onlar gittikten sonra bize bu durumu sık sık hatırlattı: ”Seyahatin en güzel günleri ilk üç gündü çünkü Can ve Alp buradaydı.”
Peki ya biz ne oluyoruz?

Şimdilik onlar pek farkında değiller ama aralarındaki onca kilometreye rağmen yıllardır çok güzel bir arkadaşlığı götürüyorlar birlikte. Kız çocukları gibi değiller. Birbirlerini görünce sarılmıyorlar mesela. Ne yapacaklarını bilmedikleri tuhaf bir an oluyor aralarında ve sonra konuşmaya başlıyorlar. Okuldan, bilgisayar oyunlarından, savaşlardan, en güçlü ordusu olan ülkelerden… Pek iç açıcı konular değil biliyorum ama durum bundan ibaret.
Hem Paris’te olmak hem dostlarla birlikte olmak düşünüldüğünde teşekkür edilecek bir hafta yaşamışız sahiden.

Gelelim daha İstanbul’dayken ig’den açıldığı haberini aldığım Shakespeare and Co. kitabevinin kafesinde içtiğim çaya. Böyle güzel bir gün de oldu yani hayatımda. Seyahatin en çok yapılmak istenen maddelerinden biriydi.

Bu sefer daha önce hiç görmediğim İngilizce kitaplar satan bir kitapçıya denk geldim: San Francisco Book Company. Kitapçının kırmızıya boyalı çerçeveleri ve kaldırımda da içinde ikinci el kitapların durduğu birkaç tezgah vardı. Arkadaşımın okumaktan çok hoşlandığı James Patterson kitaplarını bu tezgahlarda buldum. İçeri girdiğimde sadece dışarıdaki tezgahlarda değil, aynı zamanda içeride de ikinci el kitapların olduğunu gördüm.

Dünyayı sırtında gitarıyla gezen gezginlerin çoğalması ümidiyle hepimize nefis bir hafta diliyorum.

Elbette benim yazacak, anlatacak çok şeyim var. İnanır mısınız şimdiden özledim Paris’i 🙂

Blog yazılarımdan e-posta ile haberdar ol

Yorum yazmak için tüm yorumların altındaki alanı kullanabilirsiniz.

Teşekkür Pazartesisi: Hayat, geçen hafta…” yazısında bir düşünce

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir