Mina Urgan ve Bir Paris Masalı

Mina Urgan’ın Bir Dinazorun Gezileri isimli kitabını açtığımda tam da aradığım sayfaya denk geldim. Devamlı Paris’ten, bu şehre olan tutkumdan bahsedip duruyorum. Hal böyle olunca da takılmış bir plak gibi aynı şeyleri tekrarlamaktan korkuyorum. Yine de durduramıyorum kendimi. Kitapta karşılaştığım satırlarsa içimi biraz olsun içimi rahatlattı.

Bir Paris Masalı
Bir Paris Masalı

Mina Urgan‘da kitabın orta yerinde şöyle diyor:

 “Bu kadar çok bahsettiğimden dolayı dış ülkelerde en çok sevdiğim kentin Paris olduğunu anlamışsınızdır değil mi?”

“Avrupa’ya gidenlerin çoğu da Paris’i severler zaten!” diyor. “Çünkü Paris’i sevmek için onca sebep vardır. Kültürsüzler, eğlence merkezlerinden, lüks mağazalardan, şık ve güzel kadınlarından ötürü Paris’e ayılıp bayılırlar. Kültürlüler de müzelerinden, sanat galerilerinden, konser salonlarından ötürü bu kente hayrandırlar. Oysa bunlardan hiçbiri olmasa Paris gene Paris olurdu.”

Mina Urgan ve Paris…

Paris’i gerçekten Paris yapan unsurun ne olduğunu biliyor Mina Urgan. “Bu kentin sokaklarında açık seçik açıklayamadığı gizemli bir çekiciliğin bulunmasının” kenti eşsiz kıldığını söylüyor. Gezdiği yerler içinde hiçbir sokakta Mouffetard’da ya Contrescarpe’da gördüğü büyülü havayı yakalayamadığını belirtiyor. Onunla aynı fikri paylaşmak mutlu ediyor beni de. Tıpkı Mina Urgan’ın kitap sayfalarının satır aralarında kalmış düşünceleri gibi Paris, yürüdükçe tılsım gibi insanın içine işleyen sokaklarıyla güzel.

 

Geçen seferki Paris seyahatinden ne yazık ki hiç bahsedemedim. Yazacak çok şeyim vardı ama tutkuyla bağlı olduğum bu şehirden döndüğümden beri hayat öyle hızla aktı ki beni içinde eritti diyebilirim. Çalışmam çok çalışmam gerekti. Paris’e yeniden gidebilmemin yegane koşulu da çok çalışmaktan geçtiği için bundan yakınmıyorum. Tek üzüntüm yazacak fazla vakti bulamamam. Şubat’ın ikinci haftasına denk gelen seyahatimizde şehir buz gibiydi. İlk iki gün bizi sonraki günlerde karşılaşacağımız ayaza hazırlamak istermiş gibi esintili bir havayla gezdik şehri. Sonraki günler ayaz göğsümüzden içeri girdi. Son gün Gare du Nord’dan Frankfurt’a doğru kalkacak trenimizi beklerken soğuk hava nerdeyse nefesimizi kesmişti. Üst üste içtiğim iki kahve bile şehrin ruhuma işleyen soğuğunu gideremedi.

Paris, her mevsimde güzel.

Bahar Paris’e en yakışan mevsim olsa da, Paris her haliyle güzel.
Yine Montmartre civarında, sevdiğimiz canlı bir sokak üstünde konakladık. Rue des Abbesses ve bu sokaktan Pigalle tarafına doğru sola döndüğünüzde karşınıza çıkan Rue Lepic şehir içindeki çok sevdiğimiz sokaklardan biri. Daha önce de bahsettiğimi düşünüyorum. Ya da onlarca kez kendime tekrar ettiğimden söylediğimi düşünüyor olabilirim.

Rue des Abbesses
Rue des Abbesses

📍Café des Deux Moulins: Biraz ilerden soldaki yola doğru inerseniz, Amelie filminde Amelie’nin çalıştığı kafeye gelirsiniz.

Mina Urgan ve Paris derken Nedim Gürsel’le karşılaşmak.

Nerdeyse her Paris’e gittiğimizde başka bir semtte kalmaya dikkat ediyoruz. Amaç, şehrin her köşesine değmek. Ama en sevdiğimiz yerler St. Germain civarı, Montmartre’ın canlı sokakları… Montparnasse’ı, oradan kolaylıkla St.Germain civarına akmayı, Lüksemburg Bahçeleri’nin ve St.Michel’in yakınlarında olma hissini de seviyorum. Bir de meşhur Marais var tabii ki. Canımın gitmeyi pek çekmediği bir yer varsa orası da Champs-Elysses.

Amelie's Cafe in Montmartre
Amelie’s Cafe in Montmartre

Rue Lepic, açık bir pazar gibi. Hemen köşe başında büyük bir balıkçı var. Bilmediğim bir sürü balık ve bir yığın kabuklu. Bu balıkçının önünden geçerken her seferinde Kuzey’le iç geçiriyoruz. Karidesler, midyeler, ıstakozlar, istiridyeler… “Baban da mı istiridye yiyordu*” diyebilirsiniz tabii siz şimdi bana. Vallahi istiridye yemiyorduk ama midyesinden, kalamarına ve kalkan balığından karidesine balık soframızdan hiç eksik olmazdı. Ben tam da şu “Denizden babam çıksa yerim”cilerdenim. Demek istediğim olur ya bir gün buralarda yaşarsak, balığımızı alıp evde pişireceğiz.

Bu Paris seyahatinden bahtıma nefis şeyler düştü. Takip edenler belki IG’den haberdar olmuştur. Nedim Gürsel‘le karşılaştım mesela. Montparnasse Mezarlığı‘nda gezindim ve size anlatacak bir sürü şeyim var. Klasik bir Fransız Restauranı olan Bouillion Chartier’de arkadaşlarımla yemek yedim.

Bir an önce yazıp anlatmam şart.

Blog yazılarımdan e-posta ile haberdar ol

Yorum yazmak için tüm yorumların altındaki alanı kullanabilirsiniz.

Mina Urgan ve Bir Paris Masalı” yazısında 11 düşünce

  1. baskaturlu yasamak diyor ki:

    Selam, yine yeniden ve ne güzel ki bir Paris yazısı… Paris'i okumayı hep severim, sizden de okumaya tabii ki bayılıyorum ayrica uzun zamandır bu yazıyı bekliyordum 🙂 7 sene önce gitmiştim, o gündür bugündür tutkuya dönüşüyor. Her yıl mutlaka bu sefer de "öz"le gideceğim diyorum ama olmadı bir türlü. Fakat yine de ben sıklıkla Paris'e gitsek ne yaparız hayalleri kurarken buluyorum kendimi :))) 
    O ilk ve tek gidişim çok koşturmacılıydı hiç bir şey anlamamıştım şehirden.  O zamandan bu zamana hatırladığım fakat neresi olduğunu tam kestiremedigim bir yer var ;  böyle peynir fondüler yapılan daha doğrusu her yerin buram buram peynir fondü koktuğu karşılıklı küçük küçük cafe restoranların olduğu bir yer. Orası neresi acaba? :))) bu arada Mina Urgan'ı da çok severim

    • özlem öztürk diyor ki:

      Paris'e ilk gidişimden belki üç belki de dört sene sonra tekrar gitmiştim. İkinci gidişime kadar da Paris'i bu kadar sevdiğimi fark etmemiştim. Ne zaman içimde büyümüş o sevgi sessiz sessiz acaba diye de düşünmüştüm. Sonra ikinci gidişimde şehirle aşka düştüğümü fark ettim. Selçuk'la Paris'i hangimiz daha çok seviyoruz diye kavga edip duruyoruz. 🙂 Fondücülerin olduğu bir sokağı hatırlayamadım. Sabah kahvaltıda da konuştuk acaba neresi olabilir diye. Aklımıza pazarların olduğu sokaklardan başka bir yer gelmedi. Rue Lepic olabilir, Rue Montergueil olma ihtimali de çok yüksek. Hemen Les Halles'ın arkası. Böyle birkaç sokak daha var. Ben de merak ettim acaba hangisi diye. Gittiğinde karşına çıkarsa yazarsın bize de. Olmaz mı?

    • baskaturlu yasamak diyor ki:

      Tabi ki yazarım ama gidebilirsek:) zaten gitmeden emin olun size yazarim çünkü Paris'le özdeşleştiniz 🙂 bu arada dedim ya brz şehir birbirine karıştı neresi nerediydi çok hatırlayamıyorum. Ama Tutistik yerlerin dısinda leon de Bruxelles ve cafe de flore yı hatırlıyorum net bir şekilde bir de yediğim kruvasanları 🙂

  2. Naz Pek diyor ki:

    Özlem ben Mina Urganın mavi yolculuk anılarını okuduğumda ah o gemide bende olsaydım diye çook iç geçirmiştim☺ şimdilerde senin paris yazılarını da keyifle okuyor sonra kendimi paris biletlerine bakarken buluyorum ?

    • özlem öztürk diyor ki:

      Ben de Paris biletlerine bakıp bakıp duruyorum. Biletler çok pahalı geliyor, canım sıkılıyor. Sonra kredi kartı bonuslarıma falan bakıyorum acaba altından bir şey çıkar mı diye. Air France devamlı mail atıyor ucuz biletimiz var diye, daha bir kere bile ucuz bilete denk gelmedim. Normandiya seyahati için Paris gidiş, Paris dönüş yapacağız. Mutlaka bilet işini halletmem lazım. Paris diye diye dolanıyorum etrafta 🙂

    • özlem öztürk diyor ki:

      Aslında seveni de çok sevmeyeni de. Ben seven kısmındanım; eşim de. Tuhaf ama ev gibi geliyor Paris bize. Evet, sıcakkanlı değil Fransız halkı. Seninle dostluk kurmuyorlar. Ama başka bir şey var bizi Paris'e çeken. Orada olduğumuzda öyle mutlu oluyoruz ki nedenini bile düşünmüyoruz. Sanırım medeniyet, mis gibi kokan fırınlar, tarihle bezeli sokaklar, lezzetli yemekler, kitapçılar… bizi çekiyor. Herkes sevsin istiyorum Paris'i.

  3. Gülşah Şahin diyor ki:

    Selam Özlem'cim. Mine Urgan'ın kitabını ve bakış açısını okuduktan sonra o kadar hayran olmuştum ki bu muhteşem kadına…
    Birde senin bu Paris yazılarını okumayı çok seviyorum. İnanır mısın hiç merakım yoktu ama ömrümde bir kez bile olsa Paris'e gitmek istiyorum. 🙂
    Öpüyorum seniiii kocamannnn. mucks. 🙂

    • özlem öztürk diyor ki:

      Mina Urgan nefis bir kadın: Çok sahici, çok donanımlı ve hayattan keyif almayı bilen. İnsanın keşke bu kadın benim hayatımda olsaydı diyeceği bir kadın. Nurlar içinde uyusun. Gezilerini anlattığı kitabı da çok keyifli. Ekşi Sözlük'te okurken çok sıkıldım diyenler olmuş ama ben çok büyük bir keyifle okudum.
      Ah Paris! Yeme de yanında yat 🙂
      Özledim vallahi. Hep aklımda. Ne yapsak da gitsek oralara bilmiyorum. Şöyle bahar gelince bir kaçsak da gitsek. Ne güzel olur. İnşallah gidersin sen de ve inşallah seversin. Çünkü ben herkes Paris'i sevsin istiyorum.

    • özlem öztürk diyor ki:

      Elif, kesinlikle çalışan anneler için biraz daha zaman verilmeli. Hatta haksızlık yapmayayım: Bütün kadınlara bu fazla zamandan versinler. Günde iki saat mesela. Kendilerini hiç yorgun hissetmeyecekleri, kendi istedikleri şeyleri yapmak akıllarında geçtiğinde uykunun gözlerinden akmayacağı, kahveleri hazır bir iki saat. Ay ne güzel olur. Birden moralim düzeldi biliyor musun?
      Ben oturayım da şu Chartier Boullion restoranı yazayım bari 🙂

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir