Yolculuk kitaplarım

Yazmaktan, okumaktan, sanırım en çok da Hemingway ve onu anlatan kitaplardan bahsedeceğim. Hemingway ve yazarın Paris’i en çok merak ettiğim konuların başında geliyor.

Zaman zaman bir kitabı okurken, “Blogda bu kitaptan mutlaka bahsetmeliyim.” diye geçiriyorum aklımdan. Anlatmaya değer öyle çok şey oluyor ki kitabın içinde, dile getirmeden yitsin istemiyorum. Sonra işin, gücün, telaşın içinde ya bilgisayar başına oturmaya fırsat bulamıyorum ya da yazma ve anlatma heyecanımın önüne başka öncelikler geçiyor. Akşam koltuğa oturduğumda başka bir kitap oluyor elimde. Aradan birkaç gün geçtikten sonra da hangi kitabı okuduğumu bile unutmuş oluyorum. Ciddiyim.

Sanki bu aralar okuma hızım düştü gibi. Aynı zamanda bir sürü şey yapmaya çalışıyorum. İşe gidiyorum, gelince Kuzey’le ilgileniyorum, beraber ders çalışıyoruz, ara ara ekmek yapıyorum, arkadaşlarım geliyor, yazmaya çalışıyorum, biraz da spor yapıyorum. Yapmak istediklerimle zaman doğru orantılı olarak ilerlemiyor elbette hayatımda. Bahsedeceğim gibi heyecan yaptığım şeyler de düşüncelerimin ve zamansızlığımın arasında kaybolup gidiyor. Oysa buraya yazmak en sevdiğim şeylerin başında geliyor.

Hemingway ve Hakkında Yazılmış Kitaplar

Kitap okurken not alan insanlara bayılıyorum. Bunun en temel sebeplerinden biri yaptıkları eylemdeki telaşsızlığa hayran olmam. Zamana meydan okuyorlarmış, koştura koştura ilerleyen saatlere hiç aldırmıyorlarmış gibiler. Oysa ben, hem okuduğum lezzetten vazgeçmemek adına, hem de zaman kaybetmemek için ne kadar çok istesem de bir deftere beğendiğim yerleri not düşemiyorum. Neyin içine girsem orada kayboluyorum çünkü; okurken sayfaların, yazarken satırların arasında… Siz de biliyorsunuz ki 1920’ler-1940’lar arasında Paris’te yaşamış Amerikalı yazarlar, Paris sokaklarında geçen kitaplar, sevdiğim bir yazarın biyografisi asla vazgeçemediğim kitapların başında geliyor. Böyle bir kitaba denk gelirsem imkanı yok kitapçıdan o kitabı almadan ayrılamıyorum. Tüm yazı neredeyse Paris’te hayat bulan kitapların dünyasında geçirdim. Paris’e gittiğim her iki seferde de Shakespeare and Co’nun iğne atsan yere düşmeyecek kalabalığına karıştım. Oraya gitmenin bir büyüsü olduğuna inanıyorum. Her gidişim bir sonraki Paris seferimin garantisi. Her ne kadar bu sefer kafesinde uzun uzun oturup keyif yapamasam da şehirle ilgili iki kitap daha aldım.

Hemingway ve ilk eşi Hadley

Kitaplardan biri Hemingway’in ilk eşi Hadley’yi anlatıyor: Paris Without End. Oldukça ilgi çekici. Kitabın kapağında Ernest ve Hadley’nin çift oldukları zamana ait bir fotoğraf var. Birbirlerinin gözlerinin içine bakıyorlar. Hadley’nin yakın bir arkadaşının tanıklığına dayanarak yazılmış bir biyografiden bahsediyorum. Hadley arkadaşı ile dertleşirken bu konuşmaları da kayda almışlar. İçindeki fotoğraflar, sohbetler benim gözümde kitabı çok cazip kılıyor. Meraklı yanım Hadley’in gerçek dünyasını tanımak istiyor. Kitabı yavaş yavaş okumaya, telaşa kapılmadan notlar almaya kararlıyım. Ne yazık ki kitap Türkçe’ye çevrilmemiş. (Belki yakınlarda çevrilir)  Kafamı, ruhumu ve moleküllerine ayrılacakmış gibi duran evimi birazcık toplar toplamaz kitaba gömüleceğim. Okuduktan sonra da mutlaka yazacağım.Shakespeare and Co’dan aldığım bir diğer kitap yine Hemingway ile ilgiliydi. Benim gibi şehirlere, şehir isimlerine, seyahat çağrışımlarına meraklı okurların fark etmiş olabilecekleri bir yazarın, Enrique Vila-Matas‘ın bir kitabından bahsedeceğim. Yazarın Dublinesk ismiyle yayınlanan kitabı çok ilgimi çekmiş ve hemen almıştım. Paris seyahatimde aldığım kitapsa bambaşka bir konuda yazılmış bir anlatı: Never Any End to Paris. Yazarın Hemingway sevgisinin, hatta Hemingway’e benzeme çabasının anlatıldığı açılış bölümüyle kitap hemen içimi ısıttı. Hemingway, Paris, gençlik düşleri…

Daha ne olsun?

Görür görmez soluğu kasada aldığım bu kitabı okuyamadım daha. Tıpkı diğer kitap gibi bir türlü dinmesini sağlayamadığım koşturmacanın içinde kitabın hakkını verememekten korktum. Bu kitap da diğeri gibi kasım ayının kitabı olacak. (Aldığım iki kararla birlikte kafam netleşmeye başladı bile.)

Hemingway’i Anlatan Kitaplar

Hemingway ve St.Lazare Garı’nda çalınan kitap

Yine Hemingway takıntımdan olsa gerek internette sersem bir kurşun gibi gezinirken bir yerlerde bir kitaba denk geldim: Hemingway Hırsızı. Hemingway’in ilk eşi Hadley’nin St. Lazare Garı’nda çaldırdığı şu müthiş bavulun hikâyesi saklıydı kitabın içinde. Kitap, Meksika’da geçen bir serüvendi ama içinde Hemingway, Paris bir Şenliktir kitabından satırlar ve bavulu içine kalan kurgu bir hikâye vardı. Ruh yorgunluğumu öne sürerek cuma günü kendime izin verdim ve bahçeyi saran sıcak güneşin altında çayımı yudumlaya yudumlaya kitabımı okudum. Akşam olduğunda kitabın sonlarına yaklaşmıştım. Geçen cuma günü sanki uzun zamandır sahip olmadığım bir mutluluğa ve huzura sahipmişim hissi ile doluydum.

Son olarak elimdeki son kitaptan bahsedip buradan kaçacağım. Malum okunması gereken çok kitap var daha. Yine Paris, yine bir yazar ve yine bir biyografi. Kitabın ismi Monsieur Proust. Adından da anlaşılacağı gibi Proust hakkında yazılmış ve yazarın son sekiz senesini anlatıyor. Bu süre zarfında hizmetçiliğini yapan Celeste Albaret yıllar süren suskunluğunu bozmuş ve Proust’u anlatmış bizlere. Çok severek okuyorum. eminim benim gibi özel hayatlara meraklı okurlar benimle aynı hisleri duyumsayacak ve benim aldığım keyifle bu kitabın sayfaları arasında kaybolacaktır.

Hemingway’i çok sevdiğim malum. İşte bu yüzden Hemingway ile ilgili diğer yazıları okumak için blogta biraz daha gezinebilirsiniz.

Hemingway ve Hemingway’in izinden Paris’i nasıl gezdiğimi okumak için BURAYA tıklayın. 😍

Öve öve bitiremedim Enrique Vila-Matas’ın Never Any End to Paris kitabını nasıl aldığımı öğrenmek için de BURAYA tıklayın lütfen.

Blog yazılarımdan e-posta ile haberdar ol

Yorum yazmak için tüm yorumların altındaki alanı kullanabilirsiniz.

Yolculuk kitaplarım” yazısında 25 düşünce

  1. Aylin Kurhan diyor ki:

    Sevgili Özlem,
    Senin bloğunu vakit buldukça geriye doğru okuyorum. Bu yüzden yorumlar böyle arka arkaya ama yazı tarihlerine göre çoookk sonradan geliyor:))) Bu yüzden bu kadın durup durup geçmiş paylaşımlara yorumlar niye yazıyor ki dersin diye açıklama yapayım dedim. Senin Hemingway Hırsızı kitap yazını görünce bizim başımıza gelen bir hırsızlık olayı geldi aklıma. 3-4 sene önce arabanın camını kırıp bagaj kapağını indirip bagajda duran çantaları yürüttüler hem de bir alışveriş merkezinin her yerde kamera olan otoparkında. Hırsızlar bulunamadı tabi. Benim eşim hayatını arabada taşıyan tiplerden. Bir çanta dolusu mesleki resmi belgeler (avukat kendisi de ben gibi) tapular şunlar bunlar gitti ki onları yeniden toparlamak korkunç zaman ve paraya mal oldu. Bir çanta dolusu müzik cd’si, bir çanta dolusu kitap bir çanta dolusu da defter gitti. Defter ne dersen, eşim okurken not alanlardan. Defterler de yıllarca okunan kitaplardan alınmış notlar, özetler araştırmalar. İşyerinde anlattığımda bir arkadaşımın yorumuna çok gülmüştüm. Dedi ki; “Birgün dostta girdiğinde “Bir araba soydum hayatım değişti” şeklinde bir cümleyle başlayan bir kitap görürsen hırsızı da bulmuşsun demektir. Sizin hırsızı entellektüel yapacaksınız siz”
    İnşallah yapmışızdır tek temennim o. Sevgiyle kal..Aylin

    • Özlem Öztürk diyor ki:

      Ne güzel yapıyorsun okuyarak. Bana okuman ve yorum yazman çok iyi geliyor. Teşekkür ederim. O yazdığın alışveriş merkezi Kozyatağı Carrefour olabilir mi? Benim eşimin arabası da orada üç kez soyuldu. Aynalar falan gitti. Hırsızlar sipariş üzerine gelip ne lazımsa alıp gidiyorlarmış. 🙂
      Çok enterasan. Benim eşim de avukat ama yapmıyor. Arkadaş çıkabilirsiniz belki 🙂
      Benim defterlerim gitseydi eminim çok üzülür, karalar bağlardım. Bence hırsızın da biraz insaflısı olmalı. İhtiyacı olmayan bir şeyi çalmak ne demek. Geri gönderseymiş falan 🙂 sahiden üzüldüm ya.
      “Hayatını arabada taşımak” da ilginç aslında. Değişik geldi şimdi. Sanki hiçbir yere bağlanmaz, canının istediğinde kontağı çevirir yeni bir maceraya atılırmış gibi. Ben de her şeyimi yanımda taşımasam da çantasında gereksiz şeyler taşıyan insanlardanım. Defter, kitap, yedek kitap, kalem, yedek kalemler falan 🙂 Kırsatiye gibi geziyorum. Uçakta bazen form doldurtuyorlar ya, eğer kalabalık bir grupla gitmişsek herkese verecek kadar kalem çıkıyor benden. 10 tane mesela 🙂
      Ne iyi ettin de buraya geldin Aylin. Sen okudukça ben de o yazıları tekrar düzenliyorum. Blogu taşıdığımdan beri seo çalışması yapıyoruz. İlham oluyor bana senin blogta gezinmen. Tekrar teşekkürler

      • Aylin Kurhan diyor ki:

        Sevgili Özlem,
        Çok okumanın sonunda bir yazma isteği de oluyor insanda illa ki. Sizler bu isteği blog yazarak gideriyorsunuz, aranızdan kitap yazanlar da çıkıyor. Hoş bir şey. Bana da okumak düşüyor. Ben kendi bloğumu oluşturma cesareti gösteremeyenlerdenim. Okumayı gezmeyi seven -elişi nakış dikiş yemek pek değil – kitap film gezi paylaşımları yapan ve anı ve izlenimlerini keyifle okunacak şekilde belli bir edebi değerle güzel akıcı bir üslupla anlatabilenleri takip ediyorum. Birisi de senin.
        bloğun.
        Hırsızlık vakasının yaşandığı yere gelince bizim ki Ankara’da bir alışveriş merkezi.
        Eşinle meslekdaşız demek. Bizim aile baba eş oğul (müstakbel hukukçu daha okuldevam ediyor) hatta dede tarafından hep hukukçu. gelenek oldu bizde hukuk okumak. Ha pişman mıyım değilim. Hukuk eğitimi insana bir nosyon bir muhakeme katıyor mutlaka. Tabi Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesinden mezunum ben. Bizim dönemimizde hukuk fakültesi sayısı bir elin parmakları kadardı. Eğitimin de belli bir kalitesi YÖK’e rağmen hala vardı. Benden önceki dönemde yani YÖK ortada yokken hocalarımızın çoğu 1402’den üniversitelerden atılmamışken eğitim çok daha kaliteliymiş. Oturumlar varmış hukuki tartışmalar yapılırmış okulda. Benim dönemimde cesur hocalar da varsa bile birçoğu korkuyordu başına birşeyler gelmesinden. Anayasa Hukuku hocamız Oya Araslı’nın dersinde birgün bir öğrenci 82 Anayasası ile 61 anayasasını hak ve özgürlükler bakımından karşılaştıran bir soru sordu hocaya. Hoca nasıl bağırmıştı “sınıfa siyaseti getirmeyin” diye. Ya dersin amacı bu zaten konusu bu bizatihi. Yıllar sonra bu hoca CHP’den milletvekili olunca içimden bayağı saydırmıştım CHP’ye.
        Ben uzun yıllardır mesleğimden hiç zevk alamıyorum. Bir sürü nedeni var burada yazmak zor. Ama kısaca zaten Türkiye’de hukuk falan kalmadığının hepimiz ayrımındayız. Hukuksuzluğun hatta hukuk dışılığın içinde bu meslek nasıl icra edilebilir ki? Eşin sevdiği işi yapıyorsa çok şanslı.
        Cumartesi günü Mine SÖĞÜT söyleşisine gittim.Ona nasıl yazar olduğunu sordu biri. Çoğunuzun meslek seçimi gibi şans eseri dedi. Kendi hikayesini anlattı ki hakketen şans eseri olmuş. Bunu açıkyüreklilikle dile getirdi. “..Üniversite sınav puanım latin diline yettiği için oraya gittim, okulda kalamadığım için bu bölümden çıkınca ne olunur derken şans eseri Güneş Gazetesine girdiğimden….”böyle devam etmiş rastlantılar silsilesi. Birçok yazar der ya “çocukluğumdan beri hep yazar olmak istedim” diye, öyle birşey demedi. Cuma akşamı Uçan Süpürge Kadın Film festivali kapsamında Ursula Le Guin’in hayatını ve kitaplarını anlatan bir belgesel izledim. Ursula gerçekten de çocuk yaşlarından itibaren yazar olmaktan başka birşey istememiş. Onunkisi rastlantısal değil. Yazar olmak için bayağı mücadele vermiş. İyi ki de o mücadeleyi kazanmış. Ben de sen gibi hastasıyım kadının ama bu kadar geç tanıdığım için kızdım kendime. Kimbi,lir daha nice yazarları da hala tanımıyorum. Saramago da hastası olduğum bir yazar ve onu da Ursula’yı da daha bu yıl tanıdım. Mine Söğüt çok daha eski daha ilk kitabı (20 sene falan önce yazdığı) Adalet CİMCOZ kitabıyla sevmiştim. Kendi hikayeleri ile de perçinlendi bu sevgim..Çok uzattım sevgiyle kal. Aylin..

        • Özlem Öztürk diyor ki:

          Önce en ilgimi çeken yerden başlayayım. Ursula ile ilgili bir belgesel bilmiyordum. İyi ki söyledim. Seyretmektan çok keyif alacağıma eminim. Selçuk, avukatlık yapmıyor. Söylemiş miydim bilmiyorum. Muhtemelen söylemiş olabilirim. Şans mı desem hayat ve rastlantılar mı desem bilemiyorum. Okurken çalışıyordu ve oradan da devam etti yoluna. Tekstille uğraşıyor ve işini de çok seviyor.
          Ben seramik, porselen, cam çıkartması yapıyorum. Yani serigrafi ve işimi sevmiyorum. 🙂 İşten değil ama işin ticari yanından usandım. Söyleyerek kendimi şişirmek, işten iyice uzaklaşmak istemiyorum ama işin içine para girince hiçbir iş keyifli olmuyor. İşimin keyifli yanı ödemelerle, dönen çeklerle, alınamayan ödemelerle, müşterilerin istekleriyle uğraşırken bitiyor. Tek bir gerçek sebebin ardına sığınmak isteseydim müşteri- para ilişkisi beni işten soğutan şey derdim. 🙂
          Ama yapacak bir şey yok. Çalışmaya, didinmeye devam.
          Mine Söğüt sevdiğim bir yazar. Sert değil mi dili?
          Ah, kimler nerelerde değil mi? Güya sola yakın bir partide bile bizi kimler temsil ediyor? Türkiye’nin acı gerçekleri. Son zamanlarda ülkede seyreden durumu görünce insanın bir şeye inanası gelmiyor zaten. Bir ara belki karşı karşıya gelirsek konuşur, halimize birlikte üzülürüz. O zamana kadar bizi mutlu eden şeylerin peşinden koşmaya devam.
          Sevgilerimi yolluyorum sana.

  2. CAM GÜZELİ diyor ki:

    Merhaba..
    Ben okuduğum kitabın sayfadaki boş yerlerine notlar alıyorum.İyi oluyor böyle.
    Romanlarda betimlenen şehirleri merak ediyorum ben de.Bir kaçını gezme şansım oldu.Çok çarpıcı bir duygu.

    • özlem öztürk diyor ki:

      Zaman zaman ben de okuduğum kitapların yanına notlar alıyorum. Ama asıl istediğim bir kitapla ilgili (Özellikle aklımda bir şey varsa) hatırlamak istediklerimi tek bir yerde toplamak. Yani bir defterin içinde 🙂 Ama nerde? Koştur, koştur yaşarken okuduğuma şükrediyorum. Kitapların izinde bir şehirde gezinmekse süper bir şey bence 🙂

  3. serpil diyor ki:

    The Paris Wife da Hadley ile olan evliliğini anlatıyor, çok beğenmiştim onu, kitaplarını güzel günlerde keyifle oku ve bol bol paylaş okuduklarını lütfen 🙂

    • özlem öztürk diyor ki:

      Serpil, ben de o kitabı severek okudum. Hatta kesmedi, yürürken İngilizcesini kulaklıktan dinledim. Keşke böyle daha çok kitap olsa da okusak. Bir de İngilizce bir kitap var: Hemingway Wifes's diye. O da çok güzel. Meraklıysan okuyabilirsin. Ben çok sevmiştim. Yıllar önce Key West'e gittiğimde Hemingway'in evinin hediyelik eşya mağazasından bir kitap almıştım. Hemingway's Girl diye. Kurgu bir kitaptı. Onu da severek okumuştum. Aslında adamcağızın hayatıyla ilgili bir dolu kitap okuyorum ama Paris'te geçenler benim için ayrı güzellikte oluyor. 🙂
      Daha çok yazmayı ben de çok istiyorum ama bir türlü istediğim kadar çok yazamıyorum.Öyle çok şey oluyor ki günlük hayatın içinde, kendime ayıracak zamanım kalmıyor. Oysa yazmak bana en iyi gelen şey.
      Sen de yorumlarından eksik bırakma ama olur mu?
      Sevgiler.

    • özlem öztürk diyor ki:

      Yurt dışına her gittiğimde ne kadar çok kitap yayınlandığını görüp ağzım açık kalıyor. Sanki çevrilen her kitabı okuyabilirmişim/okumuşum gibi Türkçe'ye çevrilmemişlere hayıflanıyorum. Bardağın her boş tarafını görmek bu olsa gerek. Elbette Türkçedeki gibi bir okuma hızım olmuyor İngilizce kitap okurken ama şükür ki çevrilmemiş kitapları okuyabiliyorum. Her sene başında daha çok İngilizce kitap okuyacağım diye kendime siz veriyorum ama işin, gücün arasında kaynayıp gidiyor.
      Paris'te Şekspir Kafeye gelene kadar nice kafe var ama oranın havası da bir başka. Ben kitapçıdan çıktıktan sonra Selçuk'la beraber oturup bir çay içip, Notre Dame Katedrali'ni seyretmeyi seviyorum.
      🙂

    • özlem öztürk diyor ki:

      Olsun 🙂 Günü gelince okursun. Ben de tüm Hemingway kitaplarını okumadım zaten. Paris bir Şenliktir, her senenin başında okuduğum bir kitap. Böyle tuhaf bir ritüelim var. Ne zaman, nasıl oluştu bilmiyorum. Paris'i sevdiğimden olsa gerek, Hemingway'in anlattığı Paris'te kendimi buluyorum. İçimi ferahlatan bir nefes gibi Hemingway'in yazdıkları. Bir de peşinden gitme meselesi var. Sanırım Küba, Key West, Paris evlerini gezince başka bir yakınlık oldu 🙂
      Bu arada sana bir sürü yorum yazdım. Bakmıyorsun galiba yorumlarına 🙂
      Sevgiler.

    • kanatli kedi diyor ki:

      Abbov, hay allah razı olsun senden. Ya saçma sapan spam yorumlar gelince denetlemeye almıştım yorumları, hayatımda ilk defa. Onların ayrı bi başlıkta listelendiğini bilmiyodum. Yorumlar'a sık sık bakıyorum normalde ama altında bi de "denetleme bekliyor" şeysi varmış. Gmail'e de aşk olsun insan bi mail atmaz mı ama? Kısacası çelınc başladığından beri gelen tüm yorumları sayende daha yeni okudum. Topluca bi özür yazısı yazayım bari. Kendi kendime çalıp oynuyorum diye -kendime bile çaktırmadan- üzülüyordum ben de. Çok mutlu ettin beni , tişikkirlir:)

    • kanatli kedi diyor ki:

      Bi de şimdi tekrar bakınca bu yazındaki yorumlara, bi kitabı hiç tekrar tekrar okumadığımı fark ettim. Not alamadığına, üzerine yazı yazamadığına üzülüyorsun ya, yine de iyi bi şey yapıyorsun bence. Yazacak vakit bulamasan da iyice sindiriyorsun kitapalrı. Kovalayan varmış gibi sürekli yeni bi kitaba başlama isteği yüzünden, çok sevdiğin bi kitaba dönüp bakamamak da var, ki bu da ayrı bi hastalık bence. Tedavi etmek lazım. Okuduklarınla yüzeysel bi ilişki kurmuyorsun yani, derinleşiyorsun. Tabi ki daha da derinleşmek mümkün ama hayatın bu koşturmacasında, kendine çok da yüklenme, gayet iyisin, demek istedim:) not almak, yazmak da bi gün olacak, eminim.

    • özlem öztürk diyor ki:

      Kendime yüklenmek en iyi yaptığım şeylerin başında gelir. 🙂 Ama yüklenmemem gerektiğini biliyorum. Sorun şurdan çıkıyor: Yapmak istediğim çok şey var ama yeterli zaman yok! Böyle olunca da sinir oluyorum. Vakit geçiyor, zaman aleyhime ilerliyor, ben yaşlanıyorum ve yapmak istediklerim için yeterli zamanı bir türlü bulamıyorum. O yüzden telaşa kapılıyorum zaten. Neyse, kapılmamam gerekiyor. Bunu biliyorum; üstünde çalışıyorum. Söyleniyorum devamlı. 🙂
      Koşu işin var ya acayip ilgimi çekti. Şu konuyu blogunda detaylı yazsana. Sahiden! Öğrenmeyi çok isterim. Bunun bir kursunun olması falan inanılmaz geldi. Keşke yakınlarımda böyle bir şey olsa dedim. Ben de kendi çapımda yürümeye/koşmaya çalışıyorum ama nerde ? 🙂 Dibim düşüyor, dilim ağzımdan sarkıyor, kalbim yerinden oynuyor ve dizlerimin dermanı kesiliyor. Yine de Kuzey'le koşuyorum çünkü eve çok ama çoook mutlu dönüyorum. Yani her türlü bilgiye açım. Murakami'nin koşuyla ilgili yazdığı kitabını okusana. Nefis bir kitap. İlham kitaplarımdan birisi. Belki senin için de öyle olur. Bu arada hani çalışmıyorsun ya, ben de çalışmamayı hayal ediyorum devamlı. Şanslısın yani, keyfini çıkar.
      Öperim.
      🙂

    • kanatli kedi diyor ki:

      Kendine yüklenmek konusunda ben de hiç farklı değilim. O yüzden böyle insanlara farklı bi bakış açısı sunmaya çalışıyorum hep, elimde olmadan. Hani ben de senin gibiyim, ne çektiğini biliyorum, bak gel kendimizi boş yere üzüyoruz, gibisinden. Kendimi tedavi çabası aslında bi taraftan da:)

      Ya yarım bıraktım nefes sorunu yüzünden ama güzeldi. Burda her türlü spor için bi sürü imkan olduğu için koşudan da eksik kalmamışlar. Google maps te aradım, eve yakın olanına gittim, çok kolay oldu yani. İlk ders iyiydi, önce azıcık koşup, ısınma hareketleri yaptık. Sonra 1,5 dakka koşu, yarım dakka hızlı yürüme gibi.. Her hafta koşma ve yürüme sürelerini biraz biraz arttırdı hoca. 2 dakka koşu, 1 dakka yürüme filan gibi. Hedef 25 dakka aralıksız koşabilmekti. Hız önemli değildi yani. Sanırım işin sırrı yavaş ve kendini çok zorlamadan, ve olabildiğince sık koşmakla ilgili. Yani ayda bir değil de, haftada 2-3 sefer, 15 20 dakika, gbi. Vücudunu dinle, diyordu hoca bize. Benim kaslarım hiç ağrımadan hemen nefesim kesildiği için uyum sağlayamadım, kendi ritmimi bulup, ona göre koşmaya devam ediyorum. Öğrendiklerimi yazayım evet, çok şey değil ama illa iş görür. Ben de koşuyla ilgili olabildiğince bi şeyler izleyip okumak istiyordum. Kitap önerisi çok iyi oldu, çok sağol:)

      Çalışmamakla ilgili kendi kendime kalınca son derece memnunum halimden. Hiç boş durmuyorum. Yapacak çok şey var. KEyfini çıkarıyorum. Yine de maddi sorumluluğu bi başkasına yüklemek, onun işyerinde sıkıntı yaşadığını gördükçe vicdan azabı duymak, bi de şu başkalarına hesap verme durumları olunca, insan bi "ben napıyorum", diyor. Yine de tabi ki şikayetçi değilim, çalışmanın ne büyük zorluk olduğunu hatırlıyorum. Şükrediyorum halime.:)

    • özlem öztürk diyor ki:

      Her şeyin iki ayrı bakış açısı var elbette. İş konusunda seninle aynı fikirdeyim. Bizde bir de çocuk olunca ve okul için falan bir yığın para akıtmak durumu olunca çalışmadan duramıyorum. Bir de iş kendi işim. Onca emeği, alınmış makinaları falan bir kenara atamıyorum. Şimdilik mecbur çalışıyorum. Ama yine de onca strese rağmen en azından canım isteyince kahvemi içebiliyorum, ya da çok canım sıkılırsa kendimi dışarı atabiliyorum diye şükrediyorum. Stres, beni yoran. Yoksa çalışmak ne ki? 🙂
      Kimseyi yargılamak bize düşmez. Herkes kendi işine baksa bence dünya çok daha iyi bir yer haline gelir. Koşma işine gelince, yaz lütfen. Bak yazdıkların şimdiden bana iyi geldi. Şu koşma app'lerinden biriyle gayet iyi gidiyordum aslında ama sonra çok hızlandı gibime geldi. Daha doğrusu ben aplikasyonun hedefine erişemedim. Ve olmuyor dedim. Şimdilerde vücudum ne kadarına izin veriyorsa o kadarı ile yetinmeye çalışıyorum. Kah koşuyorum, kah yoruluyorum.
      Keşke bu tempoya bile razı olup düşe kalka yürümeye /koşmaya devam etsem ama üstümde bir tembellik var ki hiçbir şey yapmıyorum. Silkelenip kendime gelmem şart.
      Çok öperim

  4. Merve Uzun diyor ki:

    Shakespeare and Co.'yu epey merak ediyorum; Paris'e hiç gitmedim. Ama aklımın bir köşesinde hep:) Ben de şehirlerle yazarları, kitapları ya da sanatçıları eşleştiriyorum. Prag'da Kafka okumak ya da Salzburg'da Mozart dinlemek ayrı bir etkileyiciliğe sahip sanki:)

    • özlem öztürk diyor ki:

      Paris'e git 🙂 Benim için dünyanın en güzel şehri ya, herkes de çok sever zannediyorum. Ama neden sevmeyesin ki? Dediğin şeyi ben de çok yapıyorum. Her şehrin bir yazarı, kitabı var aklımda ve bence şehir edebiyatçılarla ve bize anımsattıklarıyla güzel 🙂
      Shakespeare and Co'nun kafesi çok minik. Klasik Paris kafeleri gibi değil ama yine de çok güzel. Ruhu var çünkü. Ya da bana böyle güzel geliyor 🙂

  5. Handan diyor ki:

    Kitabı okurken sevdiğim kısımların fotoğrafını çekiyorum ben artık. Bloğa da onları koyuyorum direk. Zamandan tasarruf oluyor. Belki işine yarar senin de.

    • özlem öztürk diyor ki:

      Bloga koymak için güzel bir yöntem elbette ama ben okuduğum, etkilendiğim paragrafı yazmak, hem de kendi düşüncelerimi kağıda dökmek istiyorum. Ama akşam eve gidince pestilim çıkmış oluyor, benim keyiflerime sıra gelene kadar da uykudan gözüm kapanıyor. 🙂

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir