Gün 21- Perşembe, yolcudur Abbas, bağlasan durmaz…

Sabah kalktığımda Kuzey gitmişti. Çayı demledik, buzdolabında kahvaltı niyetine pek bir şey olmadığı için koca köy domateslerinden iki tanesini kesip tavaya dizdim. Üstüne de bolca zeytinyağı. Sonra pişmesi için ocağın altını açtım. Selçuk özellikle çok sever böyle domatesi. Biraz da kekik serptin mi üstüne ekmeğini bandıra bandıra yer. Ben de tabağıma biraz domates aldım. Roka vardı mis kokulu. Biraz da peynir. Daha ne olsun? Yine de buzdolabının kahvaltılık rafını açınca alışverişe çıkılması gerektiğini idrak ettim. Bir de Amazon’dan sipariş ettiğim döküm tencerem geldi. Kullanmak için heyecanlandığımdan ekmek mayasını çoğalttım sabah sabah. Akşam gider gitmez ekmeğimi yoğurmam şart. Bu durumda un almam gerekiyor. Neticede stres içermeyen bir iş alışveriş yapmak. Gün arasında sadece bir fırsat yaratıp markete gitmem gerek. Hepsi bu!
Kahvaltımı edip de üçüncü bardak çayımı yudumlarken gözüm bahçeye takıldı. Kalktığımda pencereden dışarının soğuğu kendini belli ediyordu. Oysa an itibariyle güneş ışıtmıştı her yanı. Yeşiller keyifli bir hâl almışlardı üstlerine. Biraz neşeli olduklarını bile söyleyebilirdim. İşe gitmemeye niyet ettim. “Ne olur?” diye düşündüm. “Bir gün işe gitmesem dünya dönmeyi mi durdurur?” Sanki bu düşüncenin etrafında dönüp durduğumu hissetmiş gibi telefonum çalmaya başladı. Birkaç müşteri; hepsinin aslında dert olmayan dertleri. Terapi peşindeler. Bir şey olmaz, yetişir, sıkıntı yok, rahat olun denmesini bekliyor çoğu. Mecbur usulca kalktım sofradan, çantamı, telefonumu alıp arabama bindim.
İşe geldiğimde önce kendime duble kahve yaptım. Fotoğrafını çekip internete koydum. Geçenlerde Remzi Kitabevi’nden bir de mouse pad almış ama açmaya fırsat bulamamıştım. Üstünde harita var. Gündüz hayallerine daha kolay girebileceğim bundan sonra. Pelin Pembesi‘nin son yazısını da okuyunca düşlere dalmak için doğru zaman ve doğru yerde olduğumu anladım. Norveç’in Aurland kasabası. Mutlu olmak için çok güzel bir yer Norveç; Oslo, Bergen, Flam, Aurland… Yeşillikler içinde. Yapman gereken tek şey yürümek, etrafına bakmak ve şükretmek… Samimiyim. Sırt çantalarımızla yola düştüğümüzde yapacağımız seyahatin hayatımızın en güzel seyahatlerinden biri olacağını bilmiyordum. Şimdi aradan yıllar geçtikten sonra bile geriye dönüp dönüp aynı seyahatten, Flam’a inen trenden, dağların içinden ilerleyen yollardan, durgun fiyortlardan bahsediyorum. Trenin içinde yol alırken en çok sırtlarında çantaları ve ellerinde yürüyüş sopaları ile yılankavi patikalarda yürüyüş yapan insanlara imrenmiştim. O seyahatte Bergen’de kalmaya niyetlenmiştik ve o yüzden Flam’de kalmamıştık. Ama aklım hep o kasabada kaldı. Aurland, Flam’den bir önceki kasabaymış. Buket çok güzel anlatmış. Gitmeden bir yerin güzelliğini hissedebilir mi insan? Hissediyorum ve orada olmak istiyorum. Karamsar, bıkkın, yorgun ruhuma iyi gelecek şeyin uzaklaşmak olduğunu biliyorum. İnsanı yavaş yavaş körelten rutinden ve sıkıntılardan uzaklaşmak. Yürümek, yeşile ve elbette soğuğa sarılmak. Düşlemesi bile güzel. Patika yollarda yürüdüğümü, soğuktan yanaklarımın kızardığını, fiyortlara uzun uzun baktığımı ve dönüş yolunda minik bir kafede sıcak bir kahve içtikten hemen sonra otelimizde sıcacık bir duş aldıktan sonra hayata bir de bulunduğum yerden baktığımı hayal edebiliyorum. Ve bu hayal çok iyi geliyor bana.
Umarım benim içine yuvarlandığım düşler size de iyi gelir.
Benim bu aralar başka kıyılarda dolaşmaya çok ihtiyacım var çünkü.
Bu arada daha önce yazdığım İskandinavya Seyahati ile ilgili yazdığım yazıları okumak için:
  • Sırt çantamla İskandinavya yolculuğu planım için tam olarak BURAYA
  • Stockholm’de benimle birlikte dolaşmak için BURAYA
  • Gamla Stan‘da bir kahve içmek ve Stieg Larsson‘u anmak için BURAYA
  • Stockholm’de nerede kalsak diye düşünüyorsanız BURAYA
  • Stockholm etrafında uzun uzun gezinmek için de BURAYA
  • Oslo Gezi Notları BURADA
  • Vigeland Parkı ve Oslo’nın Gezilecek yerleri BURADA
  • Anlata anlata bitiremediğim muhteşem Flam Yolculuğu BURADA
  • Bergen Gezi Notları BURADA
  • Son olarak Kopenhag Gezi Notlarım da BURADA

Blog yazılarımdan e-posta ile haberdar ol

Yorum yazmak için tüm yorumların altındaki alanı kullanabilirsiniz.

Gün 21- Perşembe, yolcudur Abbas, bağlasan durmaz…” yazısında 11 düşünce

  1. annelik oyunlari diyor ki:

    Adım Gökçe ama hiç problem değil Özlemde olur :))) 38 yaşındayım hala annemin akrabalarının bir kısmı Gökçe ismine alışamadığı için Özge der :))))
    Uzun cevap için çok teşekkür ederim.Açık konuşacağım siz yazınca zaten Norveç çocukla gidilip ziyan edilemeyecek kadar güzel ve pahallı bir tatil haklısınız :))

    Bu arada ben plana büyük oğlum dahil olsun heveslensin istiyordum,süreç kendiliğinden gelişti.Roma'ya sardı.Her akşam Roma muhabbeti yapıyoruz şimdi.Ben biraz heveslensin seyahat olayına istiyordum,netice itibariyle azıcık da olsa amaca ulaştık:)
    Sevgiler

    • özlem öztürk diyor ki:

      Ohhh Gökçe çok sevindim. Hem Roma daha sıcak olur. Üstelik pizza, makarna, dondurma yemeklerden de çok memnun kalır çocuklar. Hem de daha ucuz olur. 🙂
      Haberlerini bekliyorum.
      Çok sevgiler

  2. annelik oyunlari diyor ki:

    Sizi uzun zamandır takip ediyorum,zaman zaman da yorum yazıyorum.İç karartmaktan bağımsız bu hafta kötü bir iş haftasıydı,evde de işler pek yolunda gitmedi.2-3 gündür kafamda döndürüyorum.Kendimce bu yaz değişik bir tatil planı yapmalı ve yaz gelene kadar da bu tatil planını şekillendirmek ve çocukları bu tatile hazırlamakla meşgul olmalıyım diye düşünüyordum.Benim aklımdaki tatil planı Portekiz tarafında bir deniz tatiliydi.Ama şimdi sizin bu yazınızı görünce acaba dedim deniz tatiline değil de rotayı daha değişik bir yere çevirsem.Burda sizin görüşünüzü almak istiyorum. Sizce 3 yaşında ve 10 yaşında 2 çocukla Norveç fiyordlar mantıklı olur mu? Kolay demiyorum çünkü zor olur onu farkındayım ama mantıklı olur mu kısmındayım.3 yaşındakine değil belki ama 10 yaşındakine hafızasına kazınacak bir aile tatili bırakabilir miyim? Sizi seyahat konusunda bilirkişi belledim,görüşleriniz önemli benim için :))))

    • özlem öztürk diyor ki:

      Sevgili Özlem, (Doğru söyledim değil mi, adaştık hatırladığım kadarıyla) ?
      Çok tatlısın. Öncelikle geç cevap yazdığım için lütfen kusuruma bakma. Tüm hafta sonu boyunca aklımdaydın ama bir türlü fırsat bulamadım. benim için de geçen hafta çok zor bir haftaydı. Çok yoruldum, çok yıprandım, biraz yazının sağaltıcı gücüne sığındım. Bazen çok ortalığa dökmek istemesem de benim yazdıklarımdan da iç sıkıntıları dökülüyor. İnsanız nihayetinde ve İstanbul'da yaşamak zor 🙂
      İki çocukla başa çıkmak da kolay değil. Bravo sana.
      Tam olarak ne zaman seyahate çıkacağını anlamadım. Kışın İsveç, Norveç soğuk olur. Bence her hali güzel ama kış soğuğunu sever misiniz bunu düşünmen gerek. Kış demek, daha şişkin bir bavul demek. Biz bu seyahate eşimle sırt çantalarıyla çıkmıştık. Mevsim bahardı ama buna rağmen hava serindi. Yani kış mevsiminde oldukça soğuk olur. Yola düşecekseniz bile bu koşulları kabul edip düş yollara. Eşine de böyle bir seyahatte bayağı bir yük düşer, haberi olsun 🙂
      Ama bahsettiğimiz yerler çok güzel. On yaşındaki bir çocuk trekking yapmaktan keyif alıyorsa sorun da olmaz. Biz yoldayken bebekleriyle gelmiş yabancı çiftlere denk geldik. Ben götürmemiştim oğlumu. 9-10 yaşlarındaydı. Bir kere bu destinasyon pahalı bir destinasyon. Bizim o zaman götürmeme sebeplerinden biri paraydı. İki kişi bile şoka uğradık. 🙂
      Hımmm, şöyle yaparsan olur. Gemiyle sadece Norveç fiyordları turu. Bir geminin ve konforun içinde seyahat etmek. Nefis olur hatta. Bana uyar mı? Yok. 4-5 günlük bir fiyord turu sıkıcı gelir bana. Durgun bir suda git babam git 🙂
      Ben dağlarda dolaşmak istiyorum. Terlemek, yorulmak, üşümek, sıcak bir çikolata içmek. Nerdeyse sana bırak çocukları kaç kocanla üç beş günlüğüne diyeceğim 🙂 Süper olur.
      Neticede Özlemcim, kış mevsimi için biraz zor sanki iki çocukla o bölge. İlkbahar, yaz neden olmasın? Portekiz, ılık olur ama ve ucuz ve acayip güzel deniz ürünleri var 🙂
      Ne dersin?
      Ne düşündüğünü bana da yaz, olur mu?
      Öperim çok

  3. Ecehan diyor ki:

    ayyyy bayıla bayıla okurum kalbim yettiğince o verdiğin linkleri 😉 Gezesim var zaten zor duruyorum. Bi de senin ekmek tarifini çoook merak ediyorum, harika görünüyor face'te de takip ediyorum seni. Fırsat bulduğun bi ara yazarsan sevinirim. Döküm ekmek tavasına da tavım uzun zamandır. 😉

    • özlem öztürk diyor ki:

      Benim ekmek tarifini veririm, sıkıntı yok. Bildiğim kadarıyla tabii 🙂 Hâlâ uğraşıyorum ama doğru yoldayım onu biliyorum. Şimdi tencere gelince yapayım dedi şu ekmeği. Yorumunu gördüğümde fellik fellik ekmeklik un arıyordum. Ne yazık ki her şeyimiz gibi o da yarım. Fransa'da T65 diye bir un tip var. (Bayıla bayıla yediğimiz bagetlerini, kruvasanlarını, pain au cholate'larını heo bu undan yapıyorlar) Aslında burada da aynı ve elbetteki paketlerin üstünde bunun yazması gerekiyor. Ama bil bakalım yazmayı. Ekşi mayanın oranının yanında bir de unun doğru un olması lazım. Mesela Tam buğday unu ile ekmek yapmak daha zor. Ben beceremedim daha 🙂 %10-12 protein oranı olan buğday unu ile yapmalıyız ekmeğimizi. O zaman güzel oluyor 🙂 Şİmdilik benim bulduğum tek un MLife (MİGROS)'un özel olarak ürettiği Buğday Unu. Bununla nefis oluyor ama şimdilerde bu da yok. Yani ne yapayım diye düşünüyorum an itibariyle. O organik City Farmla galan olmuyor ne yazık ki.

    • Ecehan diyor ki:

      Evet geçen yıl ekşi maya üretmiştim evde, çok güzel ekmekler yapıyordum, sonra mayamı birisi attı dolaptan, faili helen meçhul. Tam tahılla ben de yapamadım, tam kıvamında kabarmıyor, sönük oluyordu hep. Daha bir sürü un da denedim ama hiçbirinde o Fransız ekmeklerinin yanından geçemedik. Şimdi aklımda irmik unu ile denemekte vardı, içeriği uygun gibiydi, denemedim daha da, zaten artık mayacığım da yok ;-( O zamandan bu zamana da bir tavsiye bekliyorum evrenden 😉 "şu unu al, şundan şu kadar koy" vs gibi 😉

    • özlem öztürk diyor ki:

      Hemen tarifini vereyim Ecehancım. Ekşi mayam her zaman dolapta oluyor zaten. Benimki, kendisinin adı Luna, biraz çılgın bir kız. Vahşi mi vahşi, coşkun. O yüzden içinden 30 gram alıp 100 gram su, 100 gram un (organik buğday unu) ile karıştırıyorum. Tam buğday unu mayayı daha fazla besliyor, benimki böyle çılgın bir kız olunca daha fazlasını istemiyorum. Sonra mayama bir işaret koyuyorum ve iki katına çıkana kadar bekliyorum. Sabah 8'de ya da 9'da çoğalttığım mayadan ekmeğimi mayalamaya genellikle saat 6 gibi başlıyorum. Öyle sabırlıyım yani 🙂
      Sonra mayamın içinden 130 alıyorum. (150'de alabilirsin ama benim ekmeğimin içi biraz nemli oluyordu, o yüzden 130 koyuyorum artık ve nefis oluyor.) Sonra 600 gram buğday unu (protein oranı %11-12 olacak) ve 400 gram su koyuyorum. Yoğuruyorum sonra. Makinem olsa biraz daha uzun yoğururum ama olmayınca artık 10 dakika falan 🙂 Sonra üstünü bezle kapatıp 1 saat bekletiyorum. 1 saatin sonunda biraz su ile tuzunu ekliyorum. Maksimum 20 gram su. Ondan sonra da yarım saatte bir katlayıp, ( 4 kez katlıyorum) en sonunda banetona alıp biraz daha dışarıda bekletip, buzdolabına koyuyorum. Gece 11-12 de buzdolabına koyduğum hamurumu genelde sabah 9 gibi pişiriyorum. İlla ki birileri geliyor oluyor çünkü 🙂 Ama pek ala 20 saat de bekleyebilir buzdolabında.
      Peki nasıl pişiriyorum. Deli bir tencere aldım. Nefis. LOdge combo cooker. Kapaklı döküm tencere. 250 derecede yarım saat hem kapağı hem tencereyi ısıtıyorum. Çok kızgın bir tencerem oluyor yarım saatin sonunda. Fırından çıkardığım kızgın tencerenin içine ekmeğimi atıyorum. Üstünü kesiyorum. Ağzı kapalı 250 derecede yarım saat pişiriyorum. Sonra kapağı açıyorum. ve fırını 220 dereceye alıp 10 dakika daha pişiriyorum. Bonne Appetit şekerim.

  4. Begonvil Sokağı diyor ki:

    Yazının son bölümünde trenden inip gezdiğinizi anlattığınız yerlerde ben Heidi'yi anımsadım, orası da Kuzey Avrupa belki benzer ama olmak istediğim özgür ruh hali aynı onun gibi küçük bir kızın içinde rahat ediyor sanki. Bana okuması bile iyi geldi, hayal edebilen/ettiren, bundan huzur bulanlar şanslıdır. Her şey de elle tutulacak diye bir kural yok. Maddi gezmeler manevi ruhumuza iyi geliyor ama bu öyle gürültülü gezmeler değil bana göre sakin daha bir kendini dinleyerek. Seyyah ruhum diye başlayıp uzun uzun yazmak istedim okuyunca.
    Selamlar..

    • özlem öztürk diyor ki:

      Ah o seyyah ruhlarımız 🙂 Çok seviyorum bu hallerini. Benimki bu aralar biraz iç sıkıntısı. Kendimle kalasım var. Kaçasım birazcık da. Ara ara böyle ruh halim düşüyor, diplerde geziniyorum. Öyle çok şey üst üste geldi ki tam "Ohh!" diyeceğim bir an, bir şey oluyor. Susmak ve takılmamak en iyisi. Susma kısmını hallediyorum da takılma kısmı için çok çalışmam lazım daha 🙂 Tam da anlattığım yerlerde olayım istedim bu sabah. Ağaç altlarında geçeyim, bir kayanın üzerinde soluklanayım, çantamdan çıkardığım bir sandviçi ısırayım. Bazen gerçek dünya acı geliyor, o zaman hayallerime sığınıyorum. Hayaller iyidir ama değil mi? Bu arada Heidi'yi çok severim, hem de çok 🙂
      Size de çok selam.
      Yorumunuz için de binlerce teşekkür.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir