İSKANDİNAVYA GÜNCESİ-4

Yorulmuşuz. Odalarda güneş ışığını geçirmeyen perdeler takılı. Dün gece havanın kararması gece saat 11’e doğru oldu ama yine de tam anlamıyla kararmadı. Sabah hiç zorlanmadan uyandım. Hazırlanıp aşağıya kahvaltıya indik. Aman Allah’ım inanamıyorum, kitaplarla çevrelenmiş salonda veriyorlar kahvaltıyı. Kendime kitaplara yakın, cam kenarında küçük bir masa bulup oturuyorum. Kahvaltı servisinin sunulduğu alan, mutfağın yarısını kapsıyor. Sanki kendi mutfağından tabağını doldurup keyif yapıyormuşsun gibi. Burası sıcak, sevimli bir otel. Kahvaltı benim ciddi anlamda şaşırtacak kadar geniş tutulmuş: katı yumurta, rafadan yumurta, çeşit çeşit peynirler, salamlar, sucuklar, kavun, karpuz, süt, somon, tadını beğenmediğim şekere bulanmış balık, balı, yağı, reçeli…
Ekmekler muhteşem. İşte güne böyle başlanır!
Pek kıymetli gözdem Paris bile bana böyle bir kahvaltı sunmadı bugüne kadar.
Otelimizin konuklarına kahvaltı sunduğu salon!

 

Kahvaltı dışında da istediğiniz zaman aşağı inip, müşteri kullanımına açık kahve makinasından ücretsiz faydalanabiliyorsunuz.

 

Keyifli, küçük odamızın duvarı!

 

Elma çok güzel değil mi?
Gelelim Stockholm’e.
Kim demişti bana Stockholm’e 2 gün yeter diye? Biraz zor görünüyor. Oyalanmadan hemen yola düşüyoruz. Resepsiyondaki görevlinin yanına gidip, Şehir Müzesi’ni soruyorum. Bir müddet yüzüme baktıktan sonra, beni sorduğum yerin Şehir Müzesi değil, ‘’City Hall’’(Belediye Binası) olduğuna ikna ediyor. Harita elimizde düşüyoruz yollara. Yine deniz kenarından bir yolculuğa başlıyoruz. Kraliyet Sarayı’nın önünden geçip, Gustav III.’e selam çakıyoruz ve City Hall’a ulaşıyoruz. Gelir gelmez Lisbeth’in izini sürmek için aradığım haritanın burada olmadığını, haritayı almak istiyorsak Şehir Müzesi’ne gitmemiz gerektiğini öğreniyoruz. İyi de, ben ne demiştim zaten?
City Hall

 

Denize açılan, beyaz banklarla süslü bahçe girişi

 

 

 

Neyse, zaten burası listemizde vardı. Burayı da gezip,denize açılan geniş bahçesinde beyaz banklarda oturup, fotoğraf çekiyoruz. Binanın hemen yanında Birger Jarls’ın mezarı bulunuyor. Birger Jarls, 1250’li yıllarda Stockholm’ü buldum diyen zat.

 

Birger Jarl’ın mezarı
Buradan bu sefer herhangi bir risk almayıp yerini haritamızda işaretlettirdiğimiz Şehir Müzesi’ne gidiyoruz ve nihayet paramı verip Steig Larsson’ın Milenyum haritasını alıyorum. İlgilenenler için içeride aynı zamanda ‘’Abba’nın Stockholm’ü’’ adında başka bir haritada satılıyor.
Haritayı hızlı hızlı inceliyoruz. Stockholm’ün tümüne yayılmış bir Lisbeth ağı var gibi gözüküyor ama bizim buraların hepsini gezecek vaktimiz ne yazık ki yok. Bu yüzden Şehir Müzesi’nin içinde bulunduğu Södermalm bölgesinde kalacağız. En kısa yoldan, Şehir Müzesi’nin hemen köşesinden ‘’Götgatan’’ sokağına sapıyoruz. Gülmeyin, sokağın ismi bu, yapacak bir şey yok. Ayrıca haritada buranın Stockholm’un en eski ve alışveriş caddelerinden olduğu söyleniyor. Sakin bir cadde.
Şehir Müzesi

 

Milenyum Dergisinin olduğu kat, camlı 2.kat!

 

Götgatan

 

Köşedeki 7-Eleven

 

 

Parkta bulunan ”Sisters” heykeli

 

Sisters

 

Sevimli, küçük park

 

Lisbeth’in 21 odalı evi

 

Evden görünen manzara!
Biraz yürüyünce Milenyum Dergisi’nin ofisi olduğu söylenen binaya gelip, gözümüzü cam kaplı kata kilitliyoruz. Sokakta 11 numaralı binanın önündeyiz. Yahu insan burayaı biraz işlek hâle getirir değil mi? Bunların hiç ticaretten anlar yanı yok diyeceğim ama geldiğimizden beri soyup soğana çevirdiler bizi onu da diyemiyorum. Biz Dicle’nin sürmesini yıllarca satmış bir milletiz, diyorum ama dinleyen yok. Sokakta biraz daha ilerleyip bu sefer 25 numaraya, 7-Eleven’in olduğu köşeye geliyoruz. Rehberde yazdığına göre Lisbeth 10 Ocak Pazartesi günü buraya uğrayıp şampuan, diş macunu, sabun, yoğurt, süt, yumurta, peynir, ekmek, kahve, Lipton çay, elma, sigara ve kocaman bir pizza alarak çıkmış. Hiç gecikmeden olayı çözümlüyorum. Demek ki Lisbeth bunları alıp eve gitti ve hemen pizzayı dondurucuya attı. Diş macunu, şampuan ve sabunu aldığı gibi banyoya gitti. Önce dişlerini fırçalayıp, güzel bir duş almış olmalı. Sonra mutfağa doğru ilerledi. Biraz yağ döktüğü tavaya önce peyniri koydu, sonra da iki yumurta kırdı. Offf, offf! Ortasınından eliyle böldüğü ekmekle bandıra bandıra yumurtasını yedi, demlenmiş çayını içti. Karnı doyduğuna göre, şimdi Gamla Stan manzarasına karşı kahve ve sigara zamanı….
7-Eleven’ın önünde garip gurup adamlar oturuyor. Buranın da fotoğrafını çekmem karşısında karşılıklı gülüşüyoruz. Tabii beni bu tür alaylar yolumdan döndürmüyor. Bakkalın –pardon 7-Eleven- köşesinden dönüp Lisbeth’in gittiği küçük parka gidip kızkardeşler heykelini görüyoruz. Ohh be, burası çok şirin. Burada yolların hemen hemen hepsi taş döşeli ve muhtemelen uzun zaman önce yapılmışlar. Yıkıp yıkıp tekrar yapmadıkları için devletin bu kadar parasının olması doğal geliyor.
Bu küçük parktada yine ufacık çocuklar oyun oynuyorlar. Ülkede doğum reformu yapılmış olmalı, her yer çocuk kaynıyor. Bütün şehir çocukların oyun alanı gibi.
… ve yolun sonunda Fiskargatan 9 numarada Lisbeth’in Gamla Stan ve Djurgarden manzaralı evini buluyoruz. Tepede. Hemen dış kapının önünde gidiyorum ve Lisbeth’in ismi duruyor mu diye bakıyorum. Biliyor musunuz bilmiyorum ama kapı ziline Pippi Uzunçorap’ın oturduğu villanın isminden esinlenerek V. Kulla yazmıştı. Ama kapıda isim yazan bir zil falan yok. Sadece şifre ile girilebilen bir sistem konulmuş.
Yaaaaaalannnn diye bağırmak gelse de içimden, bağırmıyorum tabii ki.
Yahu bu ev sahiden çok pahalıdır. 21 odalı bir ev. İnsan ne yapar 21 odalı evde? Odalarını kiraya verir heralde. Bu evi almak için hacker’lık yapmıştı Lisbeth. Yoksa zor alırdı zaten. Burada para meselesi şaka gibi. Döviz bürosuna gidiyorsunuz ve eliniz titreyerek 100 euro uzatıyorsunuz. Parayı sizden alıp karşılığında 730 NK uzatıyorlar. Döviz Büroları %20 komisyon alıyor. Bu 730 NK’nın; 42 NK’sını 2 top dondurmaya, 69 NK’sını peynirli domatesli sandviçe veriyorsunuz. Biz seneye tatile çıkmama kararı alarak, sandviçlerimizin yanına kola da aldık.
Okuyanınız varsa Arzu Çağlan Keyfegezer adlı kitabında Kopenhag’a beraber gittiği arkadaşlarının otellerine gitmeden önce yolda durup odalarında pişirmek için somon balığı almaları üzerine, ben böyle cimri insanlarla dolaşamam ey sevgili okur diyerek yollarını ayırmıştı. Ben bu seyahat başlamadan önce, Arzu Çağlan’ı sonuna kadar desteklediysem de, şu an ilk günkü bu yaklaşımımdan uzaklaşmak üzereyim. Somon balığı biraz abartı olsa da, peynir ve ekmeğe ne olmuş?
Şaka bir yana, aldığımız ani bir karar doğrultusunda para bozdurma işini rafa kaldırıp, kredi kartı kullanma kararı alıyoruz. Kartımıza kurun nasıl yansıyacağını bilmesek de, %20’den fazla olamaz diye düşünüyoruz.
Manzara buradan sahiden çok güzel. Hedeflediğim diğer noktadalardan birine de yaklaşmış bulunuyoruz buraya kadar gelerek. Yüksek tepeden, merdivenlere aşağı deniz kenarına iniyoruz ve Robert Mapplethorpe fotoğraf sergisini izlemek için ”Fotografika” isimli sergi alanına gidiyoruz.
Daha önce bahsettiğim gibi, ben Patti Smith’in yazdığı ‘’Çoluk Çocuk’’isimli kitabı çok sıkıcı bulmuştum. İçim daralmıştı nedense; ama aramızda sevenler ve gitmek isteyenler olduğu için seve seve fotoğraf sergisine gidiyorum. Bu fırsatı kaçıracak kadar da delirmedim daha. Evet, Fotografika’ya Robert Mapplethorpe fotoğraflarının olduğu sergiye kişibaşı 110 NK vererek giriyoruz. Burada bu sergiye denk gelmemiz yine de ilginç geliyor bana. Daha önce bende pek ‘’sevgili Mucha’m’’ın sergisinin peşinde koşturmuş ama kendi şehri Prag’da denk gelememiştik bir türlü. Sonra hiç ummadığım bir anda Budapeşte’de karşılaşmıştık kendisiyle. Bu da öyle bir andı işte.
Sergiden ayrıldıktan sonra bu sefer tekrar Gamla Stan’a doğru yürümeye başlıyoruz. Amacımız Djurgarden’a gitmek. Buraya yürüyerekte gidebilme şansımız olmasına rağmen vakit kaybetmemek için tekneye binmeye karar veriyoruz. Tekne sefamız sadece 5 dakika sürüyor. Djurgarden’a gider gitmek ilk önce çok acıktığımız için hemen girişte fast food yiyecekler satan bir yerde atıştırıyoruz. Burgerler ne yazık ki çok kötü çıkıyor. En azından açlığımızı bastırdık. Sonra tabelalara bakarak Vasa Müzesini buluyoruz. Djurgarden’da ilk durak Vasa Müzesi olacak. Vasa Müzesinin hemen yakınlarında çocuklar için hazırlanmış Junibacken adında bir eğlence parkı var. Sevdiğimiz kitap kahramanları burada yaşıyorlar. İçeri girerseniz Pippi Uzunçorap‘la oturup, uzun bir sohbet edebilirsiniz.
…ve tabii hemen hemen giden herkesin gitmeyi tavsiye ettiği Skansen.
Bizim listemizde bir de gitmeyi çok istediğim Flickorna Helin Voltaire adındaki kafe var.
Buyrunuz bakalım…

Blog yazılarımdan e-posta ile haberdar ol

Yorum yazmak için tüm yorumların altındaki alanı kullanabilirsiniz.

İSKANDİNAVYA GÜNCESİ-4” yazısında 6 düşünce

  1. macerakitabim diyor ki:

    Arzu'cum,
    Dediğin gibi kışın düşünemedim ben de oraları şimdi. Yine de sizin gibi çiçeği burnunda bir çift için pek de fena olmamıştır:) Kışın çok kuzeye doğru açılmamakta fayda var:)
    Sevgiler canım, çok öpüyorum

  2. Adsız diyor ki:

    Otel Mornington, biz de en uzun gecelerde gittik ve orada kaldık, güzel bir otel, konumu da iyi ama sanırım Stockholm'e asla kışın gidilmemesi gerektiğini anladık. sen güzel gezmişsin Özlemcim. senden dinlemek de güzel oldu, ellerine sağlık Arzu Gürlü

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir