Komşuda balık: Atina’dan bildiriyorum

Son zamanlarda seyahatlerimin seyri değişti: Daha sakin, daha dingin seyahatleri tercih ediyorum.  Yine bir seyahate çıkarken çok heyecanlanıyor, yine gitmeden aklım bir karış havada dolaşıyorum.  Fakat gittiğim yerde telaşa kapılmıyorum. Zevk alacağım şekilde düzenliyorum seyahatlerimi. Yola düşmek kadar beni mutlu eden pek az şey var. Yoldayken kendimle olma halimi seviyorum. Yolumu şaşırmamı, yanlış yöne giden trene binmeyi, ayaklarım ağrıyana kadar dolaşmayı, bazen aptallıklarıma sinirlenip bazen deli gibi gülmelerimi seviyorum. Bir yere gitmeden önce elbette internette şöyle bir geziniyorum; tercihim gideceğim şehrin edebi yanını anlatan bloglar.Filanca yazarın evi, dünyanın en büyük kütüphanesi, şehrin dört bir köşesine dağılmış kitapçılar gezip de görmek istediğim yerlerin başında geliyor. Diğer yandan milletin yediği yemekler, en hip restoranlar zerre kadar umurumda değil. Senenin birbirini takip eden her bir gününü sırf dünyanın bir köşesinde en havalı yemeli yiyeceğim diye çalışarak geçirmiyorum açıkçası. Üstelik bunu yazan tipler de pek sevimli gelmiyor bana.

Daha samimi mekanlarda yemek yemeye ne dersiniz?

Bu yeme-içme işini çok iyi beceren insanlar var zaten. Üstelik her seferinde yerel halkın gittiği en ucuz restoranları bulmayı da her birimizden daha iyi yapıyorlar. Darılmaca, gücenmece yok. İnternet başında yarım saat oturup 3-5 pek bilinen blog sayfasını okursanız her birinin birbirini taklit ettiğini birkaç dakika içinde fark edersiniz. Kaldı ki sırf birileri şiddetle tavsiye ediyor diye aynı mekanları beğenmek zorunda değiliz. Mesela ben karanlık mekanlarda yemek yemekten hiç hoşlanmam. Çok havalı yerlerde kendimi iyi hissetmem. Bir de hayatımda hiçbir zaman çok önemli bir yer tutmamış yemek olayı için cüzdanımı aşırı derecede hafifletmekten hiç mi hiç keyif almam.

Peki seyahat ederken ben kimlerin tavsiyesine kulak veriyorum?

Kişiden kişiye değişiyor elbette. Bir de gittiğim yere göre. ?Bizden Vedat Milor‘a, uzaklardan Antony Bourdain‘e ne dersiniz? (Ahh Antony ahhh!)

 

Geçtiğimiz hafta dört günlüğüne Atina’ya gittim. Biraz gezdim, biraz denize girdim, biraz da yedim. Tatil dediğin başka ne ki zaten? Plajda kitap okumak kalbimin ritmini biraz yavaşlattı. Şezlonga uzanmış yatarken blogda nelerden bahsedeceğimi düşündüm. Atina’nın tarihi yerlerinden başlamayı düşünüp sonra vazgeçtim. İçimden hangi sokağı takip ederek nereye çıkılacağını yazmanın gelmediğini fark ettim. Bunu birçok blog yazmıştı zaten. Akropolis şehrin tepesinde yüzyıllardır durduğu yerde duruyordu işte. İlk günkü ihtişamından çok şey kaybetmişti üstelik. Uzun yıllar içinde hırpalanmış, örselenmiş, sıcak Atina güneşinin altında durmaktaydı. Parthenon’dan da, aklımın almadığı çok uzak zamanlara tanıklık yapmış diğer onca yapıdan da etkilenmemek mümkün değil açıkçası. Uygarlığın beşiğine sırtını dönmek, “Yok, ben bunu beğenmedim.” demek olsa olsa ukalalık olur. Tarihe tanıklık etmek için ben de 20€’mu verdim ve kendimi bunca blog izleyicisinin gözü önünde aklamış oldum. Üstelik an itibariyle Akropolis’e gitmek isteyen seyahat severler için de giriş ücretini buradan müjdelemiş oldum. ? Ben sağıma, soluma bakmadan bilet aldığım için önce Agora’yı (6€ vererek) gezdim. “Diğer yerleri de gezmek ister misiniz?” diye soran bilet kesen görevliye aldırmadığım için Akropolis’in de içinde olduğu kombine bileti de almadım. Olsun. Ne yapalım? Anlatacak bir hikâyem olsun, değil mi? Ben Atina’ya Akropolis’i ve Antik Agora’yı gezmek  için gidiyorum diyen arkadaşlar, siz o kombine bileti alın bence.
Günün en sıcak saatinde gezmeye kalkmayın ama! Beyniniz pişer, şimdiden söyleyeyim.

 

Yunanistan benim için deniz ve yemek demek. Bu seyahatten sonra bunu daha iyi anlamış oldum. Gitmeden önce, “Zaten en fazla üç gün denize gideceğiz, onda da güzel plajlara gidelim.” diyerek internette gezindim. Bir de orada evi olan ve Atina’yı çok seven bir arkadaşımdan öneriler aldım. Plaja gideceğimiz 2. gün otelin önündeki gazete bayisinden su alırken bayiyi işleten bey gayet güzel bir Türkçeyle bizimle konuşunca kendisine de sordum: Atina’daki en iyi plaj hangisi? 
O da şöyle dedi: En iyi plaj diye bir şey yok. Hepsi aynı. Havanın ve rüzgârın durumuna göre deniz bazen dalgalı, bazen bulanık, bazen de cam gibi. Düşününce ne kadar haklı olduğunu daha iyi anladım. Sonuçta Atina’nın merkezinde bir otelde kalıyorsanız şehrin ortasında olduğunuz anlamına geliyor bu. Ataşehir’de oturuyorsunuz ve denize gitmek için Caddebostan’a gitmek zorundasınız.? Plajların hepsi aynı kıyı şeri içinde. (İstisnayı az sonra söyleyeceğim.) Ya da kıyı şeridinden ayrılıp başka bir plaja ulaşmak istiyorsan uzun bir yolculuğu göze almak zorundasın.
Biz ne yaptık peki?
İlk gün Alimos Bölgesindeki Akanthus plajına gittik. Birçok yerde karşınıza çıkacak Bolivar Beach Club falan da hep aynı yer. Yani yan yana sıralanmış işletmeler. Otobüsle ulaşmamız bir saati buldu ve patlamak üzereydim. Girişte kişi başı 5€, içeri girdikten sonra da şezlong için kişi başı 4.5€verdik. Alkolsüz bir içki fiyata dahildi. Deniz güzeldi, hafta içi olduğundan ortalık sakindi. Atina’daki en kötü yemeğimi burada yedim. ?Thassos’da önünden plaja girdiğimiz lokantalar gibi nefis yemekler yiyeceğimizi hayal etmiştim. Nerdeee?

Ama ikinci gün nefis ötesi bir yere gittik. Amacımız Vouliagmeni tarafındaki plajlara gitmekti. Bir taksiye atladık. (Battı balık yan gider moduna geçiş.- 20 Euro civarı) Taksici bizi Vouliagmeni plajı yerine Voulagmeni Gölü’ne götürdü. Allahım ne büyük bir iyilik yapmış meğer bize. Atina’da görebileceğimiz en güzel yere gidip, en güzel denize girdik sanki. Elbette deniz aynı deniz efendim fakat gittiğimiz yerde deniz, denize dik uzanan bir dağ ile ayrılmış ve yolun karşı tarafında bir göl oluşturmuş. Burayı görünce gözlerime inanamadım. Giriş biraz pahalıydı. Kişi başı 15€ fakat tesis de yemekler de nefisti. Verdiğimiz her kuruşu helal ediyorum. ? Vouliagmeni Lake için buraya tıklayınız da gözünüz gönlünüz açılsın. Buranın şehrin gizli bir köşesi olduğunu söylemeden geçemeyeceğim.

Sonraki gün hava bozmasına rağmen yine yola düştük. Aynı yere fakat bu sefer plaj kısmına. Günlerden pazardı ve plajlar çoktan dolmuştu. Ne boş bir şezlong ne de altına sığınacak bir şemsiye vardı açıkta. Mütevazi plajların girişi görece daha ucuzdu (5€) ama yer olmayınca uzaktaki lüks plajda şansımızı denemeye karar verdik. Orada da şezlong ve şemsiye yoktu, üstelik giriş kişi başı 30€ idi. “Buraya girmek için önce cesedimi çiğnemeniz gerek.” dedim bizimkilere. Allahtan biraz hukukumuz var da şehre geri dönmeye karar verdiler. Merkeze geri dönünce yemek yiyip kahvelerimizi içmek için bir kafeye girdik. Doğru karar vermişiz çünkü peşinden 1.5 saat durmadan yağan bir sağanak başladı.

Peki Atina’yı beğendim mi?

Aslına bakacak olursak ilk bakışta sevmedim. Bildik Avrupa şehirlerinin süsü yok üstünde. Yeni binalar yapılmasına rağmen eski binalarda zamanın izi çok belirgin. Şehrin tozunu alan bir el yok sanki. Fakat bir zaman sonra şehrin bir yanı usul usul sokuluyor yanınıza. İnsanların sevimliliği, konuşkanlığı şehri sevmek için bir etken elbette. Yemeklere gelince, doğru yere giderseniz ağzınızdan geçen her müthiş lokma kalbinize doğru ilerliyor. “Denizden babam çıksa yerim” ruh halindeki bir Özlem ve Kuzey için bunun ne anlam ifade ettiğini anlamanızı isterim. Her akşam deniz ürünleri yiyerek gözümüzü değilse de karnımızı doyurduk.

Atina’dan asıl bahsetme amacım size yemek tavsiyesi vereceğim iki yerden bahsetmekti. Çünkü hem lezzetleri hem de fiyatları müthiş. Hatta müthiş ötesi.

* Öncelikle Vedat Milor’un tavsiyesi ile başlayayım. Yıllar önce yazdığı bir yazıda iki mekandan bahsetmiş Vedat Milor. İki restoran da hemen hemen aynı bölgede, Kallithea Bölgesinde, yani Alimos’a yakın. Ne yazık ki çok övdüğü Argoura kapalıydı. Gidip de restoranı kapalı görünce başımızdan aşağı kaynar sular döküldü. Ama enseyi hemen karartmadık ve tavsiye ettiği ikinci restorana gittik. Sonuçta kendisi gibi gurme değiliz. Burası onun en beğendiği restoran olmasa da memnun kaldığını yazısında belirtmiş.

Biz de hemen adrese doğru yola çıktık: Antonia Fish Restaurant

Sardalya ve karidese heyecana kapılıp gelir gelmez daldığımız için fotoğrafını çekememişim. Bir de koca balık vardı?

Açık söylemek gerekirse kapıda büyük bir mutlulukla karşılanmadık. Hatta bir ara bizi bir yere oturtmayacaklarından bile şüphe ettik. Neyse ki bir müddet acıklı yüz ifademize baktıktan sonra bizi bir masaya aldılar. Masanın üzerine kağıtları serdikten sonra da menüyü elimize tutuşturdular. Menünün sadece Yunanca olması elbette bizim için sürpriz oldu. Dilimiz döndüğünce yemeklerimizi sipariş ettik. Caciki, kalamari, Greek salad, yan masada görüp de aklımızı başımızdan alan kabak kızartması, adını bilmediğimiz bir balık, düşündükçe ağzımın sularının aktığı sardalya…
Hepsi nefisti ve çok ucuzdu desem.
Garsonun son dakikada restorandaki tek turist olmamızdan ve biraz da bizim kaşınmamızdan kaynaklanan balığı itelemesini saymazsak (22 € idi balık), tüm bu yemeklere, iki bira, bir kola ve tatlıya sadece 24 €verdik desem inanır mısınız?
Ben yemeğimizin her lokmasından müthiş bir keyif aldım. Atina’ya gidecek olanlara şiddetle tavsiye ederim.
Adres: Isminis 36, Kallithea

? İkinci gecemizde Antony Bourdain tavsiyesine kulak verdik.

Atina’nın merkezinde, arasak asla bulamayacağız bir esnaf lokantasına gittik. Yine masanın üzerine serilen kağıtlar üzerinde yemeğimizi yedik. Biramızı, kolamızı sipariş ettik. Her zamanki gibi masamızı klasik Greek Salata süsledi. Karides kızartması, kalamar kızartması, midye, biber kızartması ve mekanın tek tatlısını sipariş ettik. Portakallı revani kıvamında bir tatlıydı ve yanında vanilyalı dondurma vardı. Salaş bir mekanda lezzetli yemek yemek isteyenlere tavsiyemdir. Restoranın ismi mi? Atlantikos ? (Buraya yemeklerin ve mekanın fotoğraflarını barındıran bir blogun linkini bırakıyorum.)
Adres: Avliton 7, Psirri, Atina

?Son tavsiyeyi verip buralardan ayrılıyorum sevgili arkadaşlar. Balık, karides, kalamar derken ağzımın suyu aktı.

Bir akşam Vouliagmeni Gölü’nden çıktıktan sonra arkadaş tavsiyesi dinleyerek Sardelaki Restoran‘a gittik. Deniz kenarında, açık havada çok güzel bir restoran. Aynız bizim balıkçılarımızda olduğu üzere bir garson tepsi içinde mezeleri getiriyor. Biz lakerda ve cacık aldık. Kuzey cacık ve lakerdaya bayılıyor. Ortaya yine sardalya, ızgara karides, salata ve kalamar söyledik. Evet, hep aynı şeyleri söylüyoruz. Böylece tüm yediklerimizi karşılaştırma şansımız oluyor. ?
Yemekler burada da çok iyiydi. Sanırım en pahalı yemeğimizi burada yedik. İçeceklerimiz dahil 54€.
Adres: Fivis 15, Glyfada

Yok, ben turist işi bir şey isterim ya da havalı bir mekanda yemek yemek isterim diyenler merkez herhangi bir restoranın kapısından içeri girebilirler. Güzel mekanlar keşfedenler, siz de bana söyleyin. Olur mu?

Blog yazılarımdan e-posta ile haberdar ol

Yorum yazmak için tüm yorumların altındaki alanı kullanabilirsiniz.

Komşuda balık: Atina’dan bildiriyorum” yazısında 11 düşünce

  1. Beyaz Yakalı diyor ki:

    Yemek konusunda kesinlikle paralel düşünüyoruz. İşin acı yanı paramızın değersizleşmesi. Yoksa yediğiniz en pahalı yemek 54 atın euroyu koyun tl yi 54 TL. maaş dengesi açısından söylüyorum. Giriş ücretleri 5 ile 15 arası değişiyor. Çeşmede kişi başı 35 ila 100 arası değişiyor. 30 liraya 50 liraya Çeşmede doyamazsınız hem de böyle lezzetli balıklar yiyeceksiniz düşünün en az 200- 250 burda yanına euor koyalım. 200 – 250 Euro. türk tatil beldelerinin şansı TL nin değersizliği yoksa sinek avlayacaklar, ver elini Sakız, Simi, Samos. 1 saat bile değil yol. Hele ki vize probleminiz yoksa, freeshop bile karşılardı seyahatinizi. Neden -dı malum Euro olmuş 8 TL. Ayrıca bizim restoranlarımız kalamarı ve diğer deniz böcüklerini pişirmeyi bilmiyorlar. Sallıyorlar gitsin, diğer yakada yediğim kalamar lezzetini bu yakada hiç yemek nasip olmadı. Gelelim popüler kültür mekanlarına, yok gelmeyelim. Genelde paranla yaşadığın hayalkırıklığı. Ben diyorum ki bunu yazanların önemli bir kısmının damak zevki gelişmemiş, sadece tüketiyorlar. Tanıtım için teşekkürler..

  2. şule uzundere diyor ki:

    Ben obur bir insan olduğum için gittiğim yerlerdeki iyi mekanları, iyi yemekleri mutlaka araştırırım. Tabii çok para vermek istemem. Çok lüks bir yer olmasına da gerek yok. Benim için lezzetli olsun yeter. Görsellerin hepsi iştah açıcı görünüyor. Gezdiğin yerlerde yediklerini daha sık paylaşabilirsin, benim gibi boğazına düşkün insanlar için 🙂

    • özlem öztürk diyor ki:

      Tadı güzel yemeklerin peşindeyim ben de elbette. Paramı yediğim şeyin lezzetine vermek istiyorum, mekana değil. Biraz halk olarak görgüsüzlüğe kaydığımız görüşündeyim. Ne yazık ki! Şimdi bana "Sen de Türkleri yeriyorsun, başka milletlere bir let demiyorsun." diyen olabilir. Onları bilmiyorum ki diyeyim. 🙂
      Ben bizim dünümüzü, ne kadar mütevazi insanlar olduğumuzu bilerek konuşuyorum elbette. İlk okulda bize öğretmenimizin öğrettiği ilk şeyler hep aklımda. Büyüklere toplu taşıma araçlarında yer vermek, lütfen demek, saygılı davranmak, ağzımı şapırdatmadan yemek yemek, paradan bahsetmemek…. Bunlara bakıp da gösterme telaşında olmamız beni üzüyor. Hatırlıyorum da ilkokulda beslenme çantamıza koyacak yemeklerimizin listesi olurdu. Sırf başka çocukları üzmemek adına. Şimdi herkeste "ben çok zenginim, bakın nasıl yaşıyorum." u gösterme telaşı var. Üzülüyorum bu hallere. Daha insan gibi yaşamak istiyorum. Parası çok olan zaten istediği yere gidebilir. Gİdebilir de bunu göstermek neden? 🙂
      Elbette gittiğim yerleri paylaşacağım. 🙂
      Sevgiler yolluyorum çok.

  3. Oytunla Hayat diyor ki:

    Atina'da fazla kalamamıştım ama aynı hissi ben de almıştım. İlk başta benim için hayal kırıklığıydı. Ki Pire Limanı benim üstüme üstüme gelmişti :))

    Yemek kısmında ben de lezzete bakanlardanım galiba. Seyyar arabada bile yiyebilirim yeterki sevdiğim şey olsun. Hani şu ciks dediğimiz yerler beni de çekmiyor.

    Nice nice güzel gezilerin olsun Özlemcim ♥

    • özlem öztürk diyor ki:

      Şebnem seninle kesinlikle aynı fikirdeyim. Atina, yemekleri açısından hoş bir yer. Biraz dolaşmak, biraz alışmak gerekiyor sanırım. İlk bakışta aşk falan yaşamıyorsun şehirle. Yine de bize çok yakınlar. O tanıdıklık hali insana rahat nefes aldırıyor. Balık dediğin şey balıkçılarda yenilir bence. Restoranlarda değil 🙂
      Bendeki durum budur. Kararım da nettir 🙂

    • özlem öztürk diyor ki:

      Ben birbirini takip eden bloggerları artık takip etmiyorum. Şu durum hoşuma gitmiyor: Bakın benim ne kadar çok param var ve nerelerde yemek yiyorum. 🙂
      Önerilerin makul ve anlamlı olması gerektiğini düşünüyorum. Herkesin her yaptığı şey muhteşem. Öyle bir şey olabilir mi? Ben gittiği bir yerde bir sandviç alıp parkta yemeğini yiyen insanları seviyorum. Bir de ihtiyaç dahilinde yemek yemenin dışında devamlı yemek yemenin anlamı nedir onu da bir türlü anlamam. Eski zamanları özlüyorum Gamzecim. Elimizde harita ile kaybolduğumuz, kendi keşiflerimizi kendimizin yaptığı zamanları. Her şeyi başkaları için yapar olduk ki canım bu duruma çok sıkılıyor 🙂

  4. sezer eser perker diyor ki:

    Atina'ya gidecek olma sebebim Akropolis ve Agora olduğundan, biz o kombine biletleri alacağız demektir:) Benzer zevklerimiz var, tarzına güveniyorum, o yüzden diğer tavsiyelerini de yazdım bir kenara Özlem.

    • özlem öztürk diyor ki:

      Atina'ya gideceksen ve illa ki deniz peşinde değilsen birazcık daha serin bir havayı tercih edebilirsin. İnsan arkeolojik yerleri gezerken azıcık serinlik istiyor. Yeme-içme konusunda benim gibi düşünüyorsan (lezzetli olsun ama dünya kadar para ödemeyeyim) önerdiğim yerlere rahatlıkla gidebilirsin. Ben hepsinden çok keyif aldım ve yemekler çok ama çok lezzetliydi. Hele ki paramız bu kadar değersizlemişken insanın yurt dışında ödediği paralara çok canı yanıyor çookk 🙂

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir