Miskinlik üzerine bir bayram tezi!

Koskoca bir bayram tatilini evde hımbıl hımbıl oturarak geçirmenin kişiye öğreteceği dersleri almış olarak şimdi masamda oturmaktayım. Allah’tan tatil bitti, iş başladı da, beni huzura kavuşturan rutinime kavuşmuş oldum. 
Bir kere evde kalınca sıkıcı bir kadın oluyorum, bunu tekrar test ederek anlamış bulunmaktayım. Yapmaya heves ettiğim  çok şeyim oluyor ve ben evde kalmış olmanın verdiği alışık olmadığım boşluk duygusuyla heyecana kapılıyorum. Ne yapacağıma bir türlü karar veremiyor, olağan gelmeyen     zamanın benim elimde olma zaferiyle afallayıp kalıyorum.
Buna ”dumur olma hali” deniyor!
Evet, saçma bir şekilde ne yapacağıma karar veremediğim için çuvallıyorum. Zamanı saçıp savuruyorum. Peki bu bayram tatilinde ben ne yaptım? Nerelerde oturdum?

Bayrama girmeden önceki iki değerli gün!

İlk gün:

Erkenden işyeri olarak tatile girdiğimiz için Pazartesi günü itibariyle ben hayallere dalmıştım bile. Oğlan okula, koca işe gidecek, ben de kendimi ödüllendirecektim. Madem tatile gitmiyorduk, bütçemizde açılacak bir gedik yoktu! Bu durumda ağrıyan sırtımı ödüllendirmek ve müsriflik yapmak en doğal hakkımdı. Hafif bir kahvaltı ve Sanda Spa! 
Nasıl iyi geldi. O gün benim günümdü, dedim ya çoktan karar vermiştim. Hemen peşimden sevgili kocayı beklerken bir türlü gitmeyi başaramadığımız Woody Allen’iın Roma’da geçen filmi için gözümü karartıp kararımı verdim. Sinemaya tek başıma gidecektim. Kırılan kalpler oldu elbet ama cevaben şöyle dedim: Güzel bir filmdi ama Paris’te Geceyarısı kadar çarpmadı beni, çok şey kaşırmış sayılmazsın. ( Anlaşıldığı üzere günün ilk yarısı yatarak, ikinci yarısı sinema koltuğunda kaykılarak geçiyor.)
Filmi çok keyifle seyrettim ama dediklerim ben de yalan sayılmazdı. Paris’te geçen benim adıma büyüleyici olan yazarlar geçidi o filmle yarışma şansı yoktu Roma sokaklarının.

İkinci gün:

Ertesi gün içinde zihnimde bazı planlar mevcuttu, tam olarak şekillenmemişti ama hatırladığım kadarıyla filmin başrolünde ben, sevdiğim durumlar ve uzun zamandır ertelediklerim vardı.

Sabahleyin güne uyanırken olması gerektiği gibi aynı döndüğün içinde oğlanı okula, kocayı işe yollamam gerekiyordu. Sakin bir kahvaltı edecek, sofrada uzun uzun oturacak, sonra bilgisayarımı kaptığım gibi Yazı Evi’ne gidecektim. Bir de fotoğraf makinesiyle hafif hafif serpiştiren yağmurda Kadıköy’ün tezgahta uzanan balıklarını çekecektim. (bakınız: yazma eylemi, insan içine katılma eylemi, yürüme eylemi…bu hayal hepsini birden barındırıyor.)

Ya kahve evlerinde kahve içme hayalime ne oldu?
Balonlaşıp uçtu gittiler!
Koca kişisi o güzelim sabaha hasta uyandı ve tüm ufak bir çocuk gibi söylenip durdu. 
İçtiğim kahve ile okuduğum kitabımın fotoğrafını çekeyim dedim, bana:
   ”Koyun can derdinde, kasap et derdinde.” dedi. Kapıda Kurban Bayramı vardı ya, ondan içi böyle kan ağlıyordu. 
Evde biten malzemeler varmış, ”Özlem bakkala bir sipariş ver deyiverdiler”, son anda biten malzemelerin içine irmik eklenince gözleri buğulandı. Sesini acıyla besleyip, biraz da yükselterek, şöyle haykırdı:
   ”Ben daha ölmedim.”
Anladım, ilgiye ihtiyacı vardı. Balıklar, yazı yazma hevesi ve Kadıköy hayali yaşanacak başka bir sonbahar mevsimine kaldı. ( İkinci gün itibariyle evde oturma eylemim devam ediyor.)

Üçüncü gün, bayramın ilk günü:

Bayramlarda değişti, başka şekillere büründü artık! Bayram sabahı canım kardeşim, annemi de alarak kahvaltıya geldi bize. Her bayram aynı olacak değil ya, bu bayram da onların bayram planı vardı. Mahsun mahsun arkalarından bakarken, annem:
   ”Oh olsun sana!” dedi.
…ve gitti.
   ”Hadi,” dedi kocam. ”Annemlere gidelim, yarın döneriz.”
Oturduğum kahvaltı sofrasından kalktım ve arabanın ön koltuğuna oturuverdim. Çantama okumaya devam ettiğim kitaplardan birini atmayı akıl ettim tabii ki. Hava sanki biraz limoniydi. Akyazı yolunda ilerlerken yağmur her seferinde olduğu gibi yine beni şaşırtmadı ve atıştırmaya başladı. Haklı olarak bizi bayramlarda görmeye pek alışık olmadıklarından haketmediğimiz haksız bir sevgi gösterisiyle karşılaştık. ( Hiçbir gelinin yapmayacağı itiraflarını, kayınvalidemin burayı okumayacağına güvenerek yapıyorum.) Oturma eylemlerime daha da fenası eklenmeye başladı. Kışlık turşulardan karışık bir demet, daha ocaktan yeni inmiş zeytinyağlı beyaz lahana sarması dolmalar ve bayramın olmazsa olması baklava mutfağın tezgahının üstünde kuzu misali yatmaktaydı. Allah biliyor ya, baklavadan bir tane attım ağzıma, ama dolmalar tam bayram şekeri gibiydi.

Sonra evin içinde yayılma fikrine tam alışmak üzereydim, hiçbir zorluktan yılmayan cengaver kayınvalidemin aklına unutulmuş bir Nasreddin Hoca fıkrası geldi. Bahçeye bakan güzeller güzeli balkonda kurulu duran kuzine sobayı hayata geçirdi. İşte bu hareket benim miskin bayramımın içindeki en güzel andı. Üstüne çayımızı koyduk, açık havada soba keyfine daldık. Baktık ki içi boş tepsi mahsun mahsun duruyor, kestaneleri çizdik, içine yolladık.

Üzerimde battaniyem, yanımda gürül gürül yanan soba, kestane kebap, yemesi sevap…

Üçüncü gün:

Valla yata yata, semiriverdim. Öğleden sonra İstanbul’da bizi bekleyen hızlı hayatın içine dalalım dedik artık. Daha bayramın ikinci gününde dönüş yolunun bu kadar kalabalık olmasına şaşırdık, kaldık.
Eve geldiğimizde artık kafam miskinlik yapmaktan o kadar uyuşmuştu ki, okuduğum kitapları anlamakta zorluk çekiyordum. Bir ara Kuzey’in kitaplarını okusam acaba hayata daha mı kolay adapte olurum diye düşünmeye başladım.
…ben böyle zamanı tüketip dururken ne mi oldu?
Valla bilmiyorum hatırladıklarım arasında sadece bir öğleden sonra arkadaşlarımızla bir yemek yediğimiz, bir de oğlanı sinemaya götürdüğümüz güçlükle gözümün önüne geliyor…

Nice miskin bayramlar dileyerek huzurlarınızdan ayrılıyorum efenim…

Blog yazılarımdan e-posta ile haberdar ol

Yorum yazmak için tüm yorumların altındaki alanı kullanabilirsiniz.

Miskinlik üzerine bir bayram tezi!” yazısında 3 düşünce

  1. laleninbahcesi diyor ki:

    ay güzel olmuş kıs Özlem ama en çok da kuzineli kısım hoşuma gitti. Bilsen ne kuzine maceraları var bende… En son kocam ben yokken kuzinemi kaldırmıştı. Millattan önce falandı, çok kar yağan bir yerlerdeydik. Ne güzeldi be. Sen kestaneleri çizeken ben kendi kuzinemin derdine düşmüştüm bile…
    Bi sabah kahvesi içelim bir ara… ha Paris filmi muhteşemdi hele de sürrealistlerin sahneye çıktığı an, gelecekten gelmiş olmasına hiç şaşmmaışlardı ya:)

    • özlem öztürk diyor ki:

      Kuzineli kısım tüm işlevselliği açısından çok verimliydi. Hem etrafındaki bizleri ısıttı, hem de bize çay yaptı. Bir ara üzerine et konduğunda etrafa yaydığı kokuyu sevmedim ama zavallı sobanın suçu değildi:)
      Şu sabah kahvesini organize edelim bir an önce:)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir