Trenler hayatımın orta yeri: Monet’ye yolculuk!

St. Lazare Garı’ndan kalkacak tren için bir gün önceden biletimizi alıyoruz. Gelmeden internet üzerinden almayı denesem de, başarılı olamıyorum. Paris’te şehrin bana sunacaklarını kaderin ellerine teslim ediyorum. St. Lazare istasyonundan kalkıp, Vernon’a gideceğiz, oradan da kısa sürecek bir yolculuk için yolcularını bekleyecek olan otobüse binerek, Giverny’ye…

Giverny, Monet’nin köyü… Monet’nin kırk üç yılını geçirdiği, meşhur nilüferler serisini yaptığı, güneşin hayata sunduğu her oyunu takip etmekten bıkmadığı ev bu köyde!
Birkaç yıl önce de gitmek istemiş, şimdi olduğundan daha soğuk bir havaya denk gelince, başka bahara kaldı bu hayalim demiştim. Yine kadere teslim etmiştim kendimi!
Hava serin, güneş gitmeden bir gün önceki günümde biraz kıyak yapmaya çalışıyor bana. Bir günlük baharın, tablolarda gördüğüm Monet’nin bahçesini hesapsızca bana sunmasını beklemek hayal gibi geliyor. Sonu ne kadar beklentilerimin dışında çıksa da, trenle gidilen her yol kabulüm benim…
Yola koyulmanın en güzel yanı, yine kendimi bir trenin içinde bulacak olmam. Garın içinde bulunan ekrandan trenin hangi platformdan kalkacağına bakıyoruz. Şimdilik daha belli değil. Marketten çikolata ve kurabiye alışverişi. İki muz…
Daha yola nereden çıkacağı belli olmayan bir treni kaçırma korkusu içimde geziniyor. Tren garlarının kalabalığının ruhuma eklediği telaştan kaynaklanıyor bu duygu.
Kahve kokuları etrafa yayılırken, ben beni baştan çıkaran kahvemi almadan koltuğuma oturuyorum.
Trenin gidiş yönüyle aynı istikamette gidiyor olmalıyım. Olmadığı durumlarda yaşadığım sıkıntıları bir ben bilirim.
Karşımızda orta yaşı çoktan devirmiş Fransız bir çift. Kadınlar daha mı iyi dayanıyor hayatın karmaşasına acaba? Yoksa yüzümüze buladığımız maskeler mi bizi yaşımızdan öncelerde yaşatan? Yaşamı sevmenin, kadınların içinde yanan ateşin meyvesi bence insanın gözlerini ışıl ışıl baktıran…
Adam karısının elini tutuyor zaman zaman, karısının elini ellerinin arasına alıp seviyor. Konuşmadan…
”Eller her yaşta sarmalanmalı!” diye düşünüyorum.

Blog yazılarımdan e-posta ile haberdar ol

Yorum yazmak için tüm yorumların altındaki alanı kullanabilirsiniz.

Trenler hayatımın orta yeri: Monet’ye yolculuk!” yazısında 5 düşünce

  1. ikisatirdokturmelik diyor ki:

    Picaso' nun evini yada ev atölyesini görmüştüm , geçici sergilerin birinde , burada.
    Demiştim ki , yaratıcı olmak , böyle bir sey ….galiba… Adam donla geziyor, dans ediyor,resim yapıyor , heykel yapıyor .. Karışmış yada karışık bir kafa durumu!
    Ama sen öyle bir anlatmışsınki bu evi , huzur kapladı içimi….
    En çok da elelle olan çifte takıldım, bizim yıllar önce kaybettığimiz bir durum, oysa ki hep devam edecek sanmıştım:(
    Sevgiler….

  2. Defne Soysal diyor ki:

    Özlemcim ne kadar güzel anlatmışsın.Monet'i çok severim. Flu tablolarının sebebinin gözlerindeki bozukluk sebebiyle oyle gördüğü için olduğuınu bir tesadüf eseri öğrenmiştim. tabii o dönemlerde gözlük henüz keşfedilmemiş. Sonra Givern'deki evi yaptığı tablosundaki huzur geldi aklıma. Gerçekten o kadar huzurlu mu? Bu yolculukta yanında olabilmek, yol boyu sohbet ederek tren raylarının ritminin müziği arasına karışan sohbetin sıcaklığını hissettim. ben de gitmiş kadar oldum. Sahi o kadar huzurlu mu gerçekten.Monet'in gösterdiği kadar?

    • özlem öztürk diyor ki:

      Defterime notlar yazmışıom ordayken… Çok uzun bir zaman geçmediği için üzerinden ev tüm ışığıyla aklımda. Uzun, ensiz bir ev Monet'nin evi. Fotoğraflar koyacağım hemen yazımı yazar yazmaz, daha net görürsün orda. Pembe bir ev düşün, yeşil panjurlu:) yeşil merdivenlerden yukarı çıkıyor, evin ana kapısından içeri giriyorsun. Sonra Monet'in içkisini yudumladığı küçük fiskos masada oturup, çayını içtiğini düşünüyorsun. Ya da çiçekli beyaz koltuğa uzanıp bir kitap okuduğunu; elbet çiçeklerle ilgili bir kitap:)))
      Yatak odası beyazlara bürünmüş, geniş pencereler yine ışığın hepsini odaya çağırıyor. Alt kattaki kendi tablolarının olduğu odanın tersine, bu odada arkadaşlarının tabloları asılı: yatağın başucunda Gustave Cailebotte, tam karşısındaki mektuplarını yazdığı masanın yanında Cezanne, kapının yan tarafında Berthe Morisot…
      Yemek odası ve masa kocaman… Büyük sofralara, sıcak sohbetlere açık olduğu belli. Mutfak ayrı bir dünya zaten…
      Bir Pazar günü orada olmak demek, kalabalık demek. Giverny, Monet'nin köyü olmuş artık. Biz gittiğimizde bahçe baharı karşılamamıştı daha, yeşili eksikti evin de bahçenin de…
      Haftaiçi, baharda bir gün yine gitmeli…
      Defne'cim, Monet'yi seviyorsan sen huzurla karşılaşırsın orda:)))

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir