Monet’nin evine nihayet vardık!

Monet’nin evine gittim. Ben zaten karşıma çıkan her eve tereddütsüz gidiyorum. Yolun içinde, paranteze saklanmış başka bir hikâye gibi oluyor o zaman yaşadıklarım. Uzun uzun anlattım St. Lazare Garı’nı, trenlere olan sevdamı ve yolda hissettiklerimi.
Sanırım trenlerle ilgili söyleyeceklerim hiç bitmeyecek benim; çocukluğumda çok tren yolculukları yaptığımdan değil, evimizin önünden geçen rayların üstünde giden trenlere çok el salladığımdan…
     İstasyondan önceki duraktı bizim evimiz. Ankara’ya ya da Sivas’a gidecek misafirler önce bizim eve gelir, dinlenir, yemeklerini yedikten sonra trene binecekleri istasyona giderlerdi. Kapımızdan çıkmalarıyla ne onların görevleri biterdi, ne de bizim evdekilerin. Bu sefer camın önüne oturur, trenin evin önünden akıp gitmesini beklerdik. Yolcu trenin camında nöbet tutardı, bizim salonun camında. Ne zamanki karşılıklı eller sallanırdı birbirine, yolculuk başlamış olurdu.

Monet’nin evine nasıl gidilir?

Vernon’da trenden indikten sonra, hemen istasyonun az ilerisinde bekleyen otobüslere bindik. On dakikayı geçmeyen bir yolculuktan sonra Monet’nin evinin karşısındaki boş alanlarda otobüsten indik. Güneş hafiften yüzünü göstermişti göstermesine ama bu kadar güneşin baharı Monet’nin bahçesine yetiştirmesine imkan yoktu.

 

 

     Giverny, Monet’nin köyü olmuş artık. Her şey onun adıyla anılıyor. Otobüsten indikten sonra Monet’nin evine gitmeden önce, bahçenin bu tarafında bulunan Monet’nin büstünün yanına gittik. Kalabalık biraz dağılsın istiyordum. Monet’nin birçok kez tablosunun yaptığı yere gidip, onun gözlerini dikip baktığı yere baktık; onun gördüğü gözle etrafı görmek ne mümkün.
     Alt geçitten geçip yolun karşı tarafına geçtiğimizde eve gitmek için parke sokakta bir müddet yürüdük. Üstünü yapraklar sardığı bir duvarda sokağın adı yazıyordu: Rue Claude Monet.
     İrili ufaklı sanat atölyeleri vardı köyün sokaklarında. Hayatları boyunca Monet olma şansı olmayan sanat galerileri sahipleriydi belki de bu atölyelerin sahipleri.
Monet’nin ince, uzun bir ev. Somona dönük bir pembeye boyalı evin, tüm odalarının pencereleri bahçeye açılıyor. Her pencerenin üstünde yeşil tahta panjurlar var. Öyle silik bir yeşilden bahsetmiyorum, cesur bir yeşil bu. Varlığından son derece memnun ve korkusuz.
Eve girerken içeride fotoğraf çekmenin yasak olduğunu söylüyor görevli. ”Benim bir görevim var, bu fotoğrafları bloga yükleyeceğim.” diyemiyorum. İçeride cep telefonlarıyla çok sayıda kaçak fotoğraf çeken olsa da, ben bunu yapabilecek kadar cesur bir insan değilim. O hep kurallara uyan öğrenciler gibiyim, hatta fotoğraf çekenleri öğretmene şikayet etmek istiyorum! Madem ben çekemiyorum, kimse çekmesin istiyorum. Allah’tan yanımda sağduyulu bir insan var da, beni çamur bir insana dönüşmekten kurtarıyor.
Koca kişisi daha sağduyulu bir insan gibi yaklaşıyor duruma ve şöyle diyor bana: Sen de çek tatlım. Yakalarlarsa salak gibi davranırsın!
     Monet’nin evi, ev gibi arkadaşlar. Bugün elimde bir bavulla gitsem, hemen yaşamaya başlayabilirim. Bir tek tuvalet kısmına tanıklık edemedim, onun dışında ev bizim ev 3-5 katı… Yanlış bir saptama yapmadıysam evin yönü Kuzey’e dönük, tıpkı benim evim gibi. (Burada benimle Monet arasındaki benzerlikler saptanıyor, resim yeteneği kesinlikle bu benzerliklerden biri değil!)
    Alt katta, hepimizin hayranlık duyacağı bir çalışma, dinlenme odası. Odanın her duvarı Monet’nin tablolarıyla bezeli. Küçük bir çalışma masası, dinlenmek için ayaklı, uzun bir koltuk… Yerler ahşap ama üstü halı kaplı.
     Yukarı katta Monet’nin yatak odası. Mobilyaların hepsi beyaz lake. Yatağın üstüne beyaz örtüler serilmiş, pencerelerden giren ışık odanın her tarafını aydınlatıyor. Bahçe, evin neresinde olursanız olun, gözlerinizin önünde.
İyisi mi biraz fotoğraflar koyayım gözlerinizin önüne.
İsterdim ki bahçenin tümüyle renklere büründüğü bir zamanı fotoğraflayabileyim, olmadı ne yazık ki. Ne nilüferler suların üstünde yüzüyordu, ne de evin her tarafını çiçekler bürümüştü.

Blog yazılarımdan e-posta ile haberdar ol

Yorum yazmak için tüm yorumların altındaki alanı kullanabilirsiniz.

Monet’nin evine nihayet vardık!” yazısında 15 düşünce

  1. M&W diyor ki:

    Trenle Gezmek en rahat en zevkli seyahat biçimi. Keşke bir çok arkadaşımın da hayali olan Avrupa Turunu trenle yapabilirim bir gün… Böylece ben de bu ziyarette anlattıklarını canlı görebilirim…

  2. Mukaddes'çe Konuşan Satırlar diyor ki:

    Renkleri olağanüstü hamleleriyle paletinde konuşturan ressamın evini beraberce gezmiş kadar oldum. Bana en keyif veren yolculuk İskenderun'a yaptığım yolculuktu. Papatya tarlalarının arasından geçerken aldığım zevki yıllarca unutmam. Duygularınıza sağlık, selamlarımla:)

  3. İzler ve Yansımalar diyor ki:

    Monet'in evini görmeyi çok isterim ben de Özlem'cim. Nasıl bir yerde yaşamış, nelerden esinlenmiş? insan merak ediyor. Bir an orada olmak istedim ve sanki seninle gezmiş gibi oldum :)) şimdi bu mevsimde hele, renk cümbüşü içinde doğanın kucağında…nasıl güzel olurdu gezmek!. emeğine sağlık. sevgilerle..

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir