BOLOGNA 4- Bologna’nın en güzel meydanı: Piazza Santa Stefano

Kuleden inip sokaklara döndüğümüzde çok sevinçliydim. Yeryüzüne gökyüzünden bakma olayı bana çok uymuyor. Bazı fobilerin olduğu yerde durmasından ve fazla eşelenmemesinden yanayım 🙂
Ayağımın yere basması ve yukarı çıkıp-inerken çok kalori harcamam sebebiyle herkesin çok övdüğü kulenin dibindeki dondurmacıya gidelim dedim. Teklifim herkes tarafından sevinçle karşılandı. Sanal ortamda herkesin dilinde dolaşan ricottalı dondurma gerçekten denildiği kadar var mıydı?
Kuzey hiç peynir yememesine rağmen, ricottanın bir peynir çeşidi olduğunu bilmeden benim gazıma gelerek ricottalı dondurma istedi. Selçuk, ”Peyniri kahvaltıda ya da tostumun içinde yerim ben!” dedi. İki top meyveli dondurma aldı. Kuzey’le ben ricottalı dondurmalarımızı alınca hemen dondurmacının önündeki duvara çöktük. İlk tadımda çok beğendiğimiz dondurma sonra bize biraz yoğun geldi. Ağzımızda keskin bir krema tadı kaldı. Sonraki günlerde de dondurma tercihimizi Selçuk gibi biz de meyveli dondurmalardan yana kullandık.

Şimdiye kadar yediğim tartışmasız en güzel dondurmayı San Gimignano’da Gelateria Dondoli‘de yediğimi söylemek zorundayım.

Biri porticolardan birinin tavanına bir ok saplamış, şehre gelenler de çok lazımmış gibi o okun peşine düşmüş!
Bologna’nın sırlarını çöze çöze bitiremedik. Corte Isolani‘ye doğru yürümeye başladık. Porticonun ahşap tavanına şöyle bir baktık. İlk bakışta tavanın tahtalarının eskimiş yüzeyinde ok falan göremedik. Pasajın içinde olabilir mi düşüncesiyle, kafamız tavana bakar vaziyette yürümeye devam ettik. İçeride çok güzel restoranlar vardı. Bir de insanların oturup peynirin yanında şaraplarını yudumladıkları bir şarap dükkanı. Orta yaşı devirmiş bir çift hem sohbet edip, hem de şaraplarını içiyorlardı. Selçuk’la kendimi öyle hem sohbet edip hem şarap içerken düşününce gülmeye başladım. Oturmuşuz karşılıklı, almışız şarap kadehlerimizi elimize, ortada da kocaman bir peynir tabağı. Selçuk, hiç tereddütsüz kokan peynirlerin hepsini bana kakalar. ”Bunları sen ye, sen seversin bu kokuşmuş şeyleri!” der.
Kendi sevdiği peynirleri tespit ederken, bana döner: ”Şu garsona söylesene, ekmek getirsin biraz!” diye buyurur.
En son bombamız son cümlede saklı olur herhalde: ”Ulan bi’ çay olsaydı, ne güzel giderdi bu peynirle ekmek beee!”
Oku tavanda bulamayınca gözüme kestirdiğim bir garsona sordum, ”nerede bu gizli ok?” diye. Gerisin geri başladığımız noktaya döndük. Zar zor, ıkına sıkına tavandaki soldan beşinci ahşap kirişte oku gördük de rahatladık. Çektiğim fotoğrafta ben bile göremiyorum oku, siz görebilir misiniz bilmiyorum valla. Bu fotoğrafı da fotoğraf makinesinde duran üç-beş fotoğrafın içinde zor bulduk.

 

Corte Isolani’nin ve okun bize kazandırdığı en güzel şey, pasajın çıkışında karşınıza çıkan meydan: Piazzo Santa Stefano

 

Bu meydan, adını yedi tane küçük kiliseyi içinde barındıran Santa Setafano Kilisesi’nden alıyor. Şehrin en izole, en güzel, en kuytu köşesi burası. Bologna’nın merkezinde olup aynı zamanda kalabalıklardan da böylesi uzak olmasıyla insana huzur veriyor. Benim Bologna’daki sırrım bu meydan oldu. Kendimizi her yorulduğumuzda buradaki tek kafenin taşların üzerinde atılmış masalarında otururken bulduk. Kah defterimi çıkarıp bir şeyler karaladım, kah kitabımı açıp okudum.
Sırrın sırrının sırrı: Lucia Dalla’nın hayaleti !
 
Bologna’ya yolunuz düşerse Piazza dei Celestini ile Via D’ Azeglio’nun köşesindeki binanın üst katına bakın. Biz bu binanın üstüne işlenmiş resmi şans eseri gördük. Resimde Bologna doğumcu caz sanatçısı Lucio Dalla elinde saksafonuyla görünüyor, etrafında da kuşlar uçuşuyor.
Aşı boyalı bir binanın ikinci katına nakşedilmiş Lucia Dalla görüntüsü bence çok romantik. Bir şehrin sanatçılarına sahip çıkması insanın duygulandırıyor.
 
 

Blog yazılarımdan e-posta ile haberdar ol

Yorum yazmak için tüm yorumların altındaki alanı kullanabilirsiniz.

BOLOGNA 4- Bologna’nın en güzel meydanı: Piazza Santa Stefano” yazısında bir düşünce

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir