İki kitap ve birçok hayat!

Susan Sellers’ın yazdığı ”Vanessa ve Virginia” adlı kitapta Vanessa Virginia’ya şöyle diyor: Senin kullanacak büyülü kelimelerin vardı ve sen kendine onları aldın. Bana da resim yapmaktan başka çare kalmadı.

Bugünlerde üst üste birbirine benzeyen iki kitap okudum. Birini bir gece eve geldiğimde gördüm. Fransızca kursuna başladığım ilk gündü. Selçuk akşam üzeri benimle Kadiköy’de buluşup, kurs için aldığı kitaplarımı getirdi. Saint Joseph’in hemen köşesindeki Eyfel Pastanesi’nde buluştuk. Fransızca kursuna başladığım ilk gün olduğundan bir de Paris’i çok sevdiğimden pastanenin ismi komik geldi. İçerinin dekorasyonunun, bu dekorasyonu tamamlayan masa ve sandalyelerin uzaktan yakından ne Paris’le ne de Eyfel’le ilgisi vardı. Selçuk’u beklerken bir bardak çay, çayın yanına da bir börek aldım. Çay fena değildi ya böreğin pek de yenecek hali yoktu. Biraz çatalımla oynadım, ağzıma birkaç parça atayım diye içimden geçirdim ama ı-ıhh, gitmedi börek.
Çayımı içtikten ve kitaplarımı teslim aldıktan sonra ilk dersime gitmek üzere sokağın hemen karşısındaki okula girdim. Okul hiç de hayallerimde canlandırdığım gibi değildi. Zaten başıma ne geliyorsa hayalimde canlandırdıklarımdan geliyor. Ben okulun içinde kursa gelen öğrencileri memnun edecek bir kafenin olacağını, hoparlörlerden Edith Piaf şarkılarının sınıflara usul usul yayılacağını hayal ediyordum. Düşündüklerimin hiçbiri yoktu. Allahtan uzak bir köşede bir su sebili vardı da, su içebildik.
Neyse konuyu çok dağıttım. O gece kurs bittikten sonra eve geldiğimde kitabı gördüm. Benden ayrıldıktan sonra Selçuk, Kadıköy’de sahile kadar geri yürümüş ve Alkım Kitabevi’nde gezinmiş. Bu gezinme sırasında da ”Sergey Nabakov’un Gerçekdışı Yaşamı” adlı kitabı almış.
Okuduğum kitabı bitirdikten sonra sehpanın üstünde bu kitabı görünce elim kitaba gitti ve okumaya başladım.
Sergey Nabakov‘un yaşamının ilk zamanlarının arkasındaki fon, Çarlık Rusyası‘nın son zamanlarına denk düşüyor. İlerleyen vakitte Çarlık, tahtını Bolşeviklerin eline teslim ediyor. Çar yanlısı olan Nabakov kardeşlerin babası durumu anlayınca çocuklarını bir trene bindirerek Kırım’a yolluyor.
Kaderleri ortak bir seyir izlese de, aynı acıların etrafında dolaşıp dursalar da Nabakov kardeşler hiçbir zaman güzel bir ilişki kuramıyorlar. İkilinin ilişkileri öyle çok yarayla dolu ki kabukların üstüne her dokunduklarında yaralar kanamaya başlıyor.
Her şey,  Sergey Nabakov’un suçu.  Kitapta da söylendiği gibi abisinin silik bir kopyasından başka bir şey değil. Üstelik hem kekeme hem de eşcinsel. Yaşamı boyunca kendisini abisine fark ettirebilmek için uğraşıp duruyor.
Birkaç gündür yazının başında bahsettiğim kitabı burada anlatmayı düşünüyorum. Her seferinde yazmak için yeni başlangıçlar yapıyor sonra da tıkanıp kalıyorum.
Vanessa ile Virginia’nın hikâyesi de kızgınlıklar, anlaşmazlıklar, kardeşler arasında gelip giden nefretler ve asla kaybolmayacak özlem ve sevgi anlarıyla dolu. Kitabın her satırında Virginia Woolf’un izlerine rastlasak da, aslında dile gelen ressam Vanessa Bell‘in anıları.

Vanessa Bell ve Virginia Woolf. Fotoğraf: Şuradan

Vanessa Bell’in yaşamı öyle karışık ki! Dün romanı Selçuk’a anlattığımda, ”Böyle bir yaşamı olsa insanın yazmak için konu aramasına gerek kalmaz” dedi.

Bense bir roman yazma şansını bana altın tepside sunacak bile olsa böyle bir hayat yaşamak istemezdim.
Vanessa, Clive Bell ile tanışıyor ve evleniyorlar. Bu evlilikten iki erkek çocukları oluyor. Vanessa bir yandan iki çocuğuna bakmaya çalışırken bir yandan da resim yapmayı sürdürüyor. Vanessa bu karışıklık içinde çıldırmak üzereyken, Virginia uzaktan seyretmeyi ve Vanessa’nın kocası Clive ile flört etmeyi tercih ediyor.
Vanessa, iki oğluyla birlikte; yıl 1917. Fotoğraf: Şuradan
Virginia Woolf ve Clive Bell. Fotoğraf: Şuradan
Vanessa başına gelenlerden şaşkın etrafına bakınırken, kardeşi Adrian’in sevgilisi olan Duncan Grant’ı görüyor. Kendisi gibi ressam olan Duncan ile acıyla sürecek bir ilişkiye giriyor. Bir müddet sonra Duncan, Bunny takma adıyla çağırdıkları David Garnett‘a aşık oluyor. Vanessa’nın Duncan’ı kaybetmemek adına dayandığı bu üçlü ilişki uzun yıllar sürüyor.
Duncan Grant. Fotoğraf: Şuradan
Siz bile yoruldunuz değil mi yazdıklarımı okurken?
Bundan sonrası daha da enteresan!
Aradan uzun yıllar geçiyor. Duncan, Vanessa’yı bir kenarda unutuyor. Başka ilişkiler yaşıyor. Vanessa ile Duncan’ın kızları Angelica büyüyor ve yirmili yaşlarına gelince babasının büyük aşkı David Garnett ile evleniyor.
Kitap, Vanessa’nın yaşamını anlatsa da Virginia hep Vanessa’nın yanında. İki kardeşin kalp kırıklıkları, Vanessa’nın çoğu zaman Virginia için hissettiği kin ve kızgınlık Vanessa’nın anılarının birçok yerinde karşınıza çıkıyor.
Kitabı okurken Vanessa’ya sıkça üzüldüm. Karmaşık yaşantısını okurken yoruldum. Virginia’ya hafiften bozulduğumu bile itiraf edebilirim; ama birçok yerde, ”Saatler” filminde izlediğim, Virginia Woolf’un paltosunun ceplerine taş doldurduğu sahneler gözümün önüne geldi.
…ve evet!
Vanessa haklı: Virginia’nın büyülü kelimeleri var.

Blog yazılarımdan e-posta ile haberdar ol

Yorum yazmak için tüm yorumların altındaki alanı kullanabilirsiniz.

İki kitap ve birçok hayat!” yazısında 5 düşünce

  1. TUĞBA'NIN DÜNYASI diyor ki:

    Mrs. Dalloway en sevdiğim romanlardan biri ve özellikle filmine de hastayım. Girişinin hele her zaman tuhaf bir vuruculuk içerdiğini söyler dururum. Çok acıklı hikayelere sahip bu iki kadın. Böyle hayatlar böyle şeyler yazdırıyor diye düşünüyoruz çoğu zaman ama bu gibi hikayeleri olmayanlar da acayip güzel şeyler yazabiliyorlar. Yani dersen ki sırf bu kadar iyi yazmak için bu kadar acı dolu yaşamak ister miydin, karar veremiyorum. Mutlulukla bir yere kadar ilerleyebiliyor insan bana kalırsa. Acı, hayatla yoğrulduğunda yeni denizler yaratacak kadar güçleniyor insan, bazen o denizler kendini boğsa da. Herkesin kendine has acıları var ama en acıklı olanları aşkın acıttıkları sanıyorum. Virginia'yı okumak lazım sık sık, hatta filmi de zaman zaman izlemek lazım.
    Bayan Dalloway çiçekleri kendisinin alacağını söylüyor şu an zihnimde:)

  2. Naz Pek diyor ki:

    Özlem bende bir itirafta bulunayım şimdiye kadar hiç Virgina Woolf kitabı okumadım.nedense ne zaman elime alsam sonra bırakıyorum ama senin yazılarından sonra başlamam gerektiğine karar verdim ne dersin hangisiyle başlamalıyım?

    • özlem öztürk diyor ki:

      Reyhan, en meşhur kitabından başla istersen: Kendine ait br oda!
      Mrs. Dalloway de olabilir. Sindire sindire yavaşça oku. Yukarıda yazdığım kitap da Virginia'ya yakınlaşmak için bir yol. Dili akıcı.
      …ama mutlaka ama mutlaka Saatler filmini seyret. Hatta filmi seyrettikten sonra oku kitabı 🙂

  3. Gamze Esra Ersöz diyor ki:

    Şu sıralar bir Virginia Woolf kitabı okuyorum Özlem.Bu benim ilk okuduğum Virginia Woolf kitabı.Yani yeni tanıştım yazarla.Şimdi de üzerine senin yazın geldi.Hemen gidip bu kitabı alacam.Öpüyorum çok…

    • özlem öztürk diyor ki:

      Gamze, bir itirafta bulunayım mı sana?
      Hiç kimse yazdığım yazıyı okumadı galiba diye hayıflanıp duruyordum. Hatta şöyle düşündüm kendi kendime: Ne tuhaf, bir yazı yazıyorsun, birileri okusun istiyorsun ama kimse senin farkına bile varmıyor.
      Neyse ki bir yorum geldi senden 🙂
      Hemen al, hemen oku, sonra bana da yaz. Ne diyeceğini çok merak ediyorum.
      Sevgilerle

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir