Kahve Molası

Cumartesi sabahı itibariyle 1.5 saatlik boş zamanım var. Kuzey ders yapıyor, bu arada Selçuk bir şeylerle ilgileniyor. Ben de ne yapacağıma karar verememiş bir halde koltuğun köşesinde oturuyorum. Telefon sehpanın üstünde, uzanabileceğim bir mesafenin dışında ama arada yanıp sönen mesajlar gözüme ulaşıyor. Son birkaç haftadır telefonu elime alasım yok. Facebook’tan çok sıkıldım. Sebebini onlarca kez anlattım. Asıl sebep insanlardan sıkılmam. Apolitik bir insan olmak istemezdim ama ülkenin içinde bulunduğu durumla başa çıkamıyorum. Ne yazık ki son zamanlarda stresle başa çıkamaz hale geldim. Ani öfke patlamaları yaşıyorum. Sinirden gözlerim yaşla doluyor falan.
Rovaniemi’ye kadar bana eşlik eden kitabım.
Elbette, güzel insanlar da var etrafımda. Seviyorum onları. Arkadaşlarımın mutlu olmalarından mutlu oluyorum. Sosyal medyada kötü haberler görmektense, denize karşı çayını yudumlayan bir arkadaşımın yaşadığı keyif benim de mutluluğum oluyor. Ben kek yapamam mesela! Ama ne zaman fırından çıkmış tazecik bir kekin fotoğrafını paylaşsa birisi, yemin ederim bizim evin içine doluyor kekin kokusu. Hemen bir çay koyuyorum kendime. Hayat, güzel şeylerle ve iyi anlarla anlam kazanıyor benim için.
Yazının başında anlatmaya çalıştığım gibi evde herkes bir kenara çekilmişken ben de ne yapacağımı düşünüyordum. Bilgisayar dizlerimin üstünde açıktı. İnternette biraz gezineyim dedim. Yine fark ettim ki ben internette gezinmeyi ve kafamı dağıtmayı beceremiyorum. İnterneti sadece ihtiyacım ölçüsünde kullanıyorum. Mutlaka amacım olmalı. Mesela New York’a mı gideceğim, onun için araştırma yapıyorum. Tiyatro bileti alacaksam o sayfalarda geziniyorum. Yoga yapacaksam gideceğimiz yerin yakınlarındaki yoga stüdyolarını listeliyorum falan. Hiçbir şey yokken girecek bir konu başlığı bile yazamıyorum google’ın arama kutucuğuna. Vakit kaybı gibi geliyor bilmediğim sayfalarda gezinmek. Çok uzun zamandır internetten göz gezdirdiğim gazetelere bile göz atmıyorum.
Şimdi aklımda yazılmayı bekleyen Helsinki ve Rovaniemi seyahati var. Daha çok ”doğaya saygı” niteliği taşıyacak yazılar olduğunu şimdiden hissediyorum. Bazı seyahatler insanda böyle hisler bırakıyor. Miami yaşlandığımı hissettirmişti bana mesela. Nedenini hâlâ bulamadım ama o hissi çok iyi hatırlıyorum. Kesif bir yorgunluk hissi vücudumu sarmış, otelden okyanusa inen yol boyunca yürürken göz altlarımın her attığım adımda karardığını, yorgunluk hissimin tüm vücuduma yayıldığını hissetmiştim. Oysa ömrümde içtiğim en güzel kahveyi Miami’de kaldığımız otelin terasında yudumladım.
Anılarıyla bir seyahat daha geride kaldı. Tıpkı ömrümüzün geçmişe emanet ettiğimiz soluk sayfaları gibi. Benim sayfalarım çokça kahve lekesi, mürekkep izleri ve şükürle dolu.
Aklımda tutmaya çalıştığım küçük bir oyunum var bu arada. Her seyahatte yanıma hangi kitabı aldığımı günlüklerimin bir kenarına yazıyorum. Yanımda taşıdığım kitap bir anlamda şehre yanımda taşıdığım bir arkadaş oluyor. Son seyahate de ”Tokyo Uçuşu İptal” isimli kitabı götürdüm. O kadar yoğun geçti ki zaman, kitabı okumaya vaktim bile olmadı. Dönüş de telaşla, işe sağlanmaya çalışılan uyumla ve koşturmayla geçti. Sanırım şubat ayı, ocak ayının bereketli kitap okuma performansına rakip olamayacak.
Bu blog iyi ki var. İyi ki buraya aklımdan düşenleri yazabiliyorum. İşte bir şükür vesilesi daha 🙂

Blog yazılarımdan e-posta ile haberdar ol

Yorum yazmak için tüm yorumların altındaki alanı kullanabilirsiniz.

Kahve Molası” yazısında 8 düşünce

  1. Storm Angel diyor ki:

    Her seyahatımda yanıma bir kitap alıyorum, bazen hiç kapağını açmadan bazen de bir-iki
    sayfasını okumuş olarak eve dönüyorum. Uçakta okumayı bir başarsam saatler süren yolculuk ne güzel bir keyfe dönüşürdü. Ama inanmazsın her elime aldığımda uçak sarsılmaya başlıyor ve ben kontrolü bu kitap yüzünden kaybediyormuş hissine girip atıyorum elimden. komik ama böyle işte fobilerin bir açıklaması yok. internette gezginlerin sayfalarını okumayı çok seviyorum. pasta, börek, elişi olaylarını da sevdiğimden bakacak çokşey var benim için.
    ah özlem keşke yakın olsaydık keksiz kalmazdın hiç :))

    • özlem öztürk diyor ki:

      Buketcim, güldürdün beni vallahi.
      Demek kitabı her aldığında uçak sarsılmaya başlıyor. Uçak korkusu bende de var ama yüzlememeye çalışıyorum. Aklım almıyor havada metal bir yığının içinde uçuyor olmayı. Ben de uçak kalktıktan sonra hemen kitabımı alıyorum. Sonra deli bir uyku bastırıyor, gözlerim kapanıyor. Yarım saat kestirdikten sonra tekrar alıyorum kitabı elime. Koltukta televizyon varsa film seyrediyorum, yoksa kitabımı okuyorum ya da bir şeyler yazıyorum.
      Ah, keşke yakınlarımda olsan. Kişisel tarihimde adam gibi işmiş bir kekim yok vallahi. Oğlan ne kek yer ne kurabiye. Çocuk görmedi ki çocukluğunda yemeğe alışsın, sevsin 🙂 Sevmiyorum ben böyle şeyleri diyor.
      Bir gün ben de bir kek yapacağım inşallah 🙂

    • özlem öztürk diyor ki:

      Evet, sosyal medyanın hiçbir yanında buradan aldığım keyfi alamıyorum. Yazmak bana iyi geliyor. Bunun da etkisi olabilir tabii böyle hissetmem de. Kimse okumasa da yazmak güzel. Buraya yazmasam deftere yazıyorum zaten. Bir fotoğrafın altına iki cümle yazıp beklemenin ötesinde bir emek var bu sayfalarda, blogda.
      Blog okuyanlar da blog yazanlar da ayrı kıymetli gözümde bu sebepten.
      Öpüyorum çok.

  2. Leylak Dalı diyor ki:

    Ben şimdi Rana Dasgupta'dan ikinci kitabı okuyorum: "Solo". İlginç bir okuma olacak gibi geliyor, henüz başlardayım. Seversem ve sen de yukarıdaki kitabı seversen öneririm. Ben de bu aralar hastalığıma eşlik eden kitaplar adı altında bir liste yapmayı planlıyorum 🙂

    • özlem öztürk diyor ki:

      Hastalığına eşlik eden kitapları merak ettim şimdi. Önerdiğin kitabı beğendim. Bir hayli yol yaptı benimle. Finlandiya'ya kadar geldi. Birkaç öyküyü uçakta okudum. Sonra zamanla yarışırken elime alamadım tekrar. Kitabın yanımdaki varlık sebebi yolculuk oldu yani. 🙂
      Öykü okumakta hâlâ zorlanıyorum. Öğrenmem gerektiğinin farkındayım. Kitabı sevdim ama. Gerçeküstü bir yanı vardı öykülerin. Anlatıların bir havaalanında olmasının kitaba bir etkisi olduğunu düşünmesem de özellikle İstanbul'da geçen hikâyeler en sevdiklerim oldu. Sevdim ya kitabı…
      Öpüyorum. Çabuk iyileş artık.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir