Barselona’da öyle yersen İstanbul’da kara kara düşünürsün!

Bazen yazmak için nereden başlayacağımı bilemiyorum. Çoğu zaman bir yerden başlayıp birkaç paragraf sonra yazdığım ilk paragrafı siliyorum. O zaman yazdıklarım bir şeye benziyor. Yine aynı ruh hali içindeyim işte. Pazar gecesi Barselona’dan döndüm. Kızlarla uzun bir hafta sonu oldu. Yedik, içtik, dolaştık, birbirimize takıldık. Hepimiz ayrı tellerden çalıyor ama işin keyfini çıkarıyoruz.
Tatilin en güzel kısmı havanın güzel olmasıydı. Gitmeden önce yağmur yağacak gibi görünüyordu. Azıcık bozulmadım desem yalan olur. Neyse ki hayal kırıklığına uğramadım. Çoğu zaman dışarılarda oturup çayımızı, kahvemizi içtik. Tapaslarımızın yanına da elbette bira söyledik. Sarımsağa doydum desem yeridir. Bu sarımsağın kıymetini bir ben anlamıyorum sanırım. Azı tamam da çoğu vücudun her bir köşesine yerleşiyor arkadaş.

İnsanlar hayatlarında hiçbir sıkıntı yokmuşçasına rahattı. Her kafede oturan, içkisini yudumlayan, kahkahasını patlayan keyifli insanlar vardı. Kimsenin kimseyle kavga etmeye de gönlü yoktu. Hani birine çarpsan, senden önce o özür diliyordu. Öyle güzeldi yani Avrupa yine. Sanki Heybeli’ye bir tatlı huzur almaya giden biz değilmişiz de onlarmış gibiydi.
Bize de bir rahatlama geldi elbette. İlk gün mutluluktan ne yapacağımızı şaşırdık. Pegasus’un her zamanki gibi bir saatlik gecikmeyle kalkmasına bile sinir olmadık. Geç olsun da güç olmasın duygusu hakimdi kanaatimce. Uçak ne de olsa, insan şartları fazla zorlamak istemiyor.
Sonraki günlerde üstümüze azıcık, “Ay evdekiler de ne yapıyordur acaba?”, “Oğlum da beni özlemiştir şimdi!” şeklinde duygular geldi. Ruhumuzda var elbet. Ben mesela kendimi evin merkezi sanıyorum. Sanki ben olmasam her şey birbirine karışırmış, bunlar açlıktan ölürlermiş, banyo yapmayı falan unuturlarmış gibi. Hepsi benim hüsnü kuruntum tabii. Ben yokken de gayet başarılı yönetmişler her şeyi. Atlamışlar arabaya doğru babaanne evine. Amcayı da almışlar yanlarına. Babaanne tüm hafta sonu boyunca bunlara patates kızartmış, kuzine sobada kestane pişirmiş. Yetmemiş karşı komşuya maç izlemeye gitmişler. Melek Abla da açmış patatesli böreği yanına da koymuş ayranı. Kuzey, “Hayatımda yediğim en güzel börekti.” diyor.
“Hadi leennn ordan” diyeceğim de biliyorum o böreğin tadını diyemiyorum.
“Vallahi anne çok eğlendik ama seni de özledim.” dedi. Ben de konuyu kapattım.
Biz de çok eğlendik Barselona’da.
Gaudi’nin Casa Batllo‘suna yine gittim. Uzun uzun gezindim. Evin ruhunu yine içime çektim. Öyle güzel bir ev ki insan bir köşeye sinmek ve orada bir müddet kalmak istiyor.
Şöyle yazmışım ig’de:
      “Barselona’da beni en çok etkileyen yer Casa Batllo. Başka bir şey var ruhunda. İlmek ilmek örülmüş, uzun uzun düşünülmüş, gecelerce rüyaya yatılmış olmalı. Denizin bilinen bilinmeyen tüm varlıkları Gaudi’ye bir şeyler fısıldamışlar; tavanda deniz olmuşlar, pencere pervazlarında dalga, merdivenlerde küçük çakıl taşları… Sonra ışık konmuş hepsinin üstüne. Gökyüzünden yayılan güneş çarşaf gibi dolanmış Gaudi’nin elinin dokunduğu her yere. Barselona bir şehir elbet ama sanırım tek bir adama ait. ? “
 
 

 

Her gittiğimde bir kere Casa Batllo‘ya gitmek kaderimde yazılıymış gibi hissettim. Her seferinde kapısından içeri girmek için bir vesile çıkıyor karşıma. Oradan sonra bir de Park Güell’e gittik. Biletleri önceden almakta fayda var çünkü bileti aldığınızda hep ileride bir saate randevu veriyorlar. Biz de parkın halka açık yerinde gezindik. Gaudi’nin pembe boyalı evine baktık. Ağaçların arasında dolandık. Çok sevdiğim Bar El Velodromo‘ya gidip enfes bir yemek yedik. Daha önce de yazmıştım burayı. Hâlâ aynı iddiamı sürdürüyorum: Burası Barselona’daki en yerel ve en güzel yer. Masaya koydukları her şey de çok lezzetli. Daha önce yazdığım methiyeyi okumak isteyenler buraya buyursunlar.
Bar El Velodromo
Bir gece de sanırım ilk gecemizdi çok önerilen bir tapas bara gittik: Ciudad
Condal.

Elbette nefisti. Deniz mahsülleri sever biriyseniz Barselona’da mutlu olmamak mümkün değil. Resmen parmaklarımı yalayarak yemeğimi bitirdim. Yemeğin sonunda karnım yok ama gözüm hâlâ açtı.

Ciudad
Condal

Şöyle diyebilir bu fotoğrafları görenler: “Barselona sadece yemekten ibaret bir şehir mi?”
Değil elbet ama yemek şehrin bütününde büyük bir yer tutuyor. İspanyollar yemeyi seviyor ve bunun da hakkını veriyorlar. Akşam yemeklerini geç yediklerini hepiniz duymuşsunuzdur. Biz Katalanlarla aynı saatte yiyemedik yemeğimizi. Yemeğimi mideye indirmek için gecenin dokuzunu ya da onunu beklemem ne yazık ki mümkün değil. Akşam yemeği saatlerimizin biraz erken olması da iyi oldu aslında. Kalabalıkların olmadığı, milletin kapı önlerinde uzun sıralar oluşturmadığı bir saatte restoranların hepsinden mutlu mesut ayrılmış olduk.

Paella yemeden dönme!

Bir de paella restoranı vardı. Paella yemeden dönmemiz düşünülemezdi. Bunun için şehrin tarihi eski restoranlarından birini tercih ettik: 7 Portes. Kapıdan girince önce güleryüzlü, yaşlı bir garson karşıladı bizi. Restoranın duvarlarında daha önce restoranda yemek yemiş ünlülerin adlarının yazılı olduğu minik plaketler vardı. Yüksek tavandan sarkan kocaman turuncu avizeler, mekanı olduğundan da geniş gösteren aynalar…

 

Hepimiz deniz mahsullü paella söyledik. Yemeğimiz geldiğinde kurt gibi acıkmıştık. Faturamız geldiğinde üstünde şöyle yazıyordu: Pele’de daha önce sizinle aynı masada yemeğini yedi.
7 Portes restoranda yediğimiz paella: Ederi 25 Euro civarı 🙂
Muhtemelen hesabın içinde bunun da parası vardı. Barselona’da yediğimiz yemekler içinde en kabarık hesabı bu masada ödedik. Değer miydi? Evet. Paella çok güzeldi. Yediklerimiz içtiklerimiz bizim oldu. Bunu vücudumdan hissediyorum zaten. Burada gördüklerimi anlatmak gerekiyordu ama olmadı. 

 

Blog yazılarımdan e-posta ile haberdar ol

Yorum yazmak için tüm yorumların altındaki alanı kullanabilirsiniz.

Barselona’da öyle yersen İstanbul’da kara kara düşünürsün!” yazısında 13 düşünce

    • özlem öztürk diyor ki:

      Paris'i gidince sev ama olur mu? Canım Paris'im benim ya, memleketim 🙂 Aranızda imza toplasanız da bana bir vatandaşlık verse bu Fransızlar 🙂 Ah, Sibel ya. Akşam akşam aklıma düşürdün Paris'i.

    • özlem öztürk diyor ki:

      Edelim, hahaha 🙂
      Vallahi ülke ve dünya gündemi öyle hızlı değişiyor ki bünyemi korkular ele geçiriyor. İstanbul'da işler bir hayli karışık. İçinde olduğum sektör kördüğüm olmuş vaziyette. Canımı sıkmayayım diyorum, çalışıyorum. Bir yerden bir yere koşuşturup duruyorum. Gel gör ki bu sıkıntılardan dolayı şöyle düşünüyor ve kendime şöyle diyorum: Kırk totonu da evinde otur biraz.
      Şubat başına kadar seyahat yok. Planım böyle. Tabii benim bu konuda fikrim ne kadar sabit kalır bilinmez. Ben gitmeyelim desem, evdekiler hadi diyor. Onlar dese, ben!
      Barselona'dan huzur ve kilo alarak döndük nihayetinde 🙂

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir