Bu blog yazarı Ursula K. Leguin’i anneannesi zannediyor.

Bugün kendin için ne yaptın ey blogger?

“Bütün gün başı kesik tavuk gibi etrafta dolandım durdum.” diyeceğim demesine de tam da böyle olmadı. Gün içinde hep masamın başındaydım ve hep bir şeyler yapmayı planladım. Aklımda onlarca düşünce; neresinden başlasam bilmiyorum ama elimi nereye atarsam da orada kalıyorum. Bir türlü yapmak istediklerimde sonuca ulaşamıyor ve gittikçe telaşa kapılıyorum. Aklımda devamlı şu soru: Sen ne yaptın şimdi bugün? Bu düşünce kafamda dolaştığı süre boyunca da telaşım ve kendimden hoşnutsuzluğum giderek artıyor. Elbette, bu hâl beni rahatlatmaktan çok uzak bir noktaya taşıyor.  Neticeye ulaşmak için çabalarken sanki daha da derine batıyor ve içimdeki panik duygusunu büyütüyorum. İşte ben! Yeni yıl kararımın hepsi bu durumdan ibaret aslına bakılacak olursa: Sakin olmak ve telaşa kapılmamak. Neyseki durumun farkındayım ve hemen müdahale ediyorum. Sonuç: Sıfır!

Spencer Holst ve Kedilerin Dili

Yeni yılın ilk kitabını okudum. Daha önce hiç okumadığım bir yazara ait mini öykülerden oluşma bir öykü kitabı. Spencer Holst ve Kedilerin Dili. Bomba karakterler var öykülerin içinde. Zebraca konuşan bir kedi, beynini yemiş bir Siyam kedisi, kedice konuşmayı öğrenen bir adam, uyuşturucu bağımlısı bir kurbağa prens… Daha neler neler? “Offf !” diyor insan okurken, “Yazarda da ne hayal gücü varmış ama!” Kitabı Kuzey için aldım, kendim okudum. Kuzey kitabı okusa ne düşünür acaba? Aslında merak ediyorum. İki seçenek var: Ya yazarın hayal gücünden etkilenecek, ya da yazdıklarını çok saçma bulup sevmedim diyecek. Bir deneme yapmak şart. Bizim evde iki tip insan var. İlk grubu sadece ben oluşturuyorum ve hayal gücü aşmış insanlara saygı duyup, zekalarına övgü yağdırıyorum. İkinci grupta ilk başlarda sadece Selçuk vardı. Karşımda ne kadar felsefe yaparsa yapsın, dediğini hiçbir koşulda kabul etmiyor ve tartışmaya devam ediyordum. İkinci grubun daimi üyesi Selçuk da tıpkı benim gibi hayal gücü uçan insanlara saygı duyuyor ama onları normal insan statüsüne sokmuyordu. (Elbette hâlâ sokmuyor.) Ona göre elflerden, trollerden, başka dünyalardan, öte diyarlardan, hobbitlerden, büyülerden, büyücülerden bahseden insanlar insan olamaz; olsalar da başka dünyalarda vücut bulan ya da bulmayan, bizim göremediğimiz varlıklarla temas halindedirler.

Gülmeyin! Bu bizim evde ciddi bir tartışma konusu. Selçuk, hiçbir koşulda bu inancından vazgeçmiyor. “Beni kimse J.K.Rowlings‘in ya da Tolkien‘in oturup masasında bir fincan kahveyi yudumlarken bunları yazdığına inandıramaz.” diyor. Kuzey mi? O, Selçuk’un tam olarak neden bahsettiğinden emin olmasa da küçüklüğünden beri Harry Potter’a inanıyor. Daha ne olsun? Onun sevgisi Harry Potter‘a olan sevgisinden geliyor, biraz da bir insanın oturup da yazacak kadar çalışkan ve azimli olacağına inanmadığından. (Şimdi düşününce belki Selçuk bile bu sebepten diğer fikrini ısrarla savunuyordur.)
Ben de Ursula’nın bir melek olduğuna inanıyorum bu arada. (Blog yazarınız Ursula K. Leguin’i öz be öz anneannesi falan zannettiğinden böyle bahsediyor.) Geceleri yatağıma yatıp karanlıkta içimden sessizce duamı ederken, Ursula’ya da uzun ömürler diliyorum. Dünyanın bir yerinde o daha uzun yaşasın diye geceleri yatmadan önce dua eden biri var. Duysa bunun evrenler ötesi bir hikâye olduğuna inanır belki de.

Enrique Vila-Matas ve Montano Hastalığı

Sonra ayın ikinci kitabını okumaya başladım. Benim çatlak, patlak ama süper sivri zeka İspanyol yazarım Enrique Vila-Matas ve Jaguar Yayınları tarafından Türkçe’ye çevrilen kitabı Montano Hastalığı. Kitabı çok sevdim. Kitabın bütününe bakacak olursak üç bölüme ayrılmış kitabın her bölümü ayrı bir özen ve dikkat istiyor. Yazamama illetine tutulmuş yazarlarla ilgili son kitabını yazdıktan sonra kendi de aynı derde tutulan Montano ile onu bu dertten kurtarmak için Nantes’a giden edebiyat eleştirmeni babanın hikâyesi diye bakabiliriz bu bölüme. Ne yazık ki baba da edebiyattan başka bir şey düşünememekten yorgun çünkü edebi bir alıntı aklına gelmeden geçirebildiği tek bir an bile yok. Kitabı okuması hem çok kolay, hem de çok zor. Ben geriye döne döne, aralarda düşüne düşüne okudum. Elimde bir kalem çoğu satırın altını çizdim, bazı sayfalara post-it’ler yapıştırdım ve kimi sayfalara da sevdiğim yerler belli olsun diye işaretler koydum. Kafamı karıştığı yerler oldu. İkinci bölüm günlük yazmış yazarlar bölümüne ayrılmıştı. Tanıdığım onca yazarın ismine rastlasam da tanımadığım onca yazar da vardı adı geçen yazarların arasında. Hatta şöyle düşündüm: Allahım ben bu yazarların adını ilk kez duyuyorum. Kim bunlar?

Kitap aslında her gün binlerce kitabın basıldığı günümüzde gerçek edebiyatın ne kadar yakınında durduğumuzla ilgili. Sahi her kitap çıkaran yazar mı oluyor? Edebiyat dediğimiz şey her tür kitabı içine alıyor mu? Bugünden yarına kimler kalacak? Onlarca soru; çoğu da sorulduğu yerde, satır aralarında cevapsız, sahipsiz… Ben, “Herkes bir şey okusun da ne okursa okusun!”culardanım. Ama ben her şeyi okur muyum? Hayır, okumam. Montano Hastalığından olmasa da, bu yazının en başındaki paragrafta bahsettiğim dertten muzdaribim. Telaşlıyım. Yetmez mi? Bu yüzden vaktimi iyi edebiyatla geçirmek istiyorum. Ah, ah! Ben hayran olduğum cümlelerin içinde hayale dalmak, şaşakalmak istiyorum. Zeki yazarlar okumak, Allahım keşke ben de böyle yazabilseydim diyeceğim yazarların kitaplarını kıskanmak özel zevklerim arasında.
Yukarıda anlattığım sebeplerden dolayı bu kitabı herkese tavsiye edemeyeceğim. Behçet Çelik’in Montano Hastalığı ile yazdığı çok güzel bir yazı var. Meraklısı o yazıya bir tıklarsa kitabın ne anlattığını daha iyi anlar. Bu arada kitabın Seda Ersavcı tarafından çevrildiğini ve çevirinin enfes olduğunu söylemem gerekiyor. Kendisi benim favori çevirmenlerimden biri. Patti Smith ve M Treni’de onun diliyle Türkçeye çevrildi.

İpek Ongun ve Anlat Anneanne

İpek Ongun’u benim jenerasyonuma anlatmama gerek var mı? Yok sanırım. Kitabı görür görmez aldım ve yukarıda bahsettiğim kafa karıştırıcı ve zor okumanın hemen ardından yazarın anılarını okumaya başladım. Çok uzun zaman olmuştu İpek Ongun okumayalı. Sanırım ortaokul yıllarımın geride kalmasıyla birlikte İpek Ongun okumalarım da yerini başka okumalara bırakmıştı. İlk satırdan itibaren İpek Ongun okurken ne hissettiğimi hemen anımsadım. Tuhaf bir sıcaklık, tanıdıklık hissi. Uzun zamandır görmediğin bir arkadaşınla buluşmuşsun ve sohbet bıraktığınız yerden devam ediyormuş gibi. Sıcacık bir tat arayanlar mutlaka okusun İpek Ongun’un anılarını. Çünkü kitap uykudan önce annelerden alınan iyi geceler öpücüğü gibi.

 

Blog yazılarımdan e-posta ile haberdar ol

Yorum yazmak için tüm yorumların altındaki alanı kullanabilirsiniz.

Bu blog yazarı Ursula K. Leguin’i anneannesi zannediyor.” yazısında 13 düşünce

  1. yeliz diyor ki:

    Ursula için benzer hisler içindeyim. Yeni bir kitabı çıktı mı kalbim hızla çarpıyor:) Acaba biz kuzen filan mıyız? Ursula da anneannemiz :))

  2. Çileksuyu Sibel diyor ki:

    Bu sene senin ananeni okuyacagim,hatta challenge'a onun kitaplarindan birini aldim ki,ne zamandir yapmak istedigimi yapayim challenge sayesinde diye.Ben fantastik dunyanin icinde kaybolmayi sanirim yas aldikca sevmeye basladim ve o dunyalari yaratanlarin gercekten cok asiri ozel varliklar olduguna inaniyorum.Hayal gucunu gelistirmek icin daha cok hayal kurmali,zira benimki yas aldikca koreldi sanki:) Ben de her seyi okuyamam,hem maddi hem manevi kayip olarak geliyor bana o kadar cok okunacak sey varken.Ipek Ongun'u ortaokul halimle bagdastirdigimdan sanirim hic elim gitmeyecek bu kitaba.Ben bu sene kitap olayina daralarak girdim resmen,okurken icim sisti,Ha bitti bitecek MMB'ni okuyorum ve kitap okumaktan sogudum birden sanki.Anlamak icin okumaya devam ettikce,sonuna geldim hala bir sey anlamadim,iggghhhhhh!!!! Optum sarildim,ne cok konusmusum!

    • özlem öztürk diyor ki:

      Senin o daraldığın kitap, canım Leylak Dalı'nı yeni yıl hediyesi bana. İlk yüz sayfa zor ama başa çıkarsın dedi. Umarım başarabilirim ben de. Çok sıkılmak istemiyorum bu aralar. Özel hayatımda zaten canımı sıkan birkaç şey var bu aralar; bir de kitaplarda sıkılasım yok. 🙂 Ursula'yı seversin inşallah. Selçuk'un tarafını tutanlardan bir kulüp oluşturacağım. Ben de eskisi gibi hayal kuramıyorum. Hayallerim bile mantıklı benim. 🙂 Perşembeyi iple çekiyorum. Çoook sevgiler sana.

  3. Leylak Dalı diyor ki:

    İlk bölümde Selçuk'tan yanayım, ben fantastik yazan yazarların bu dünyadan olmadıklarına, bir tuhaflıklarının olduğuna inanıyorum. Hatta şahane ressamların, müthiş zeki espriler bulan ve çizen karikatüristlerin, olağanüstü dansçı ve oyuncuların da aynı yukarıdakilerle aynı kabileye mensup olduklarını düşünüyorum.
    Terazimi dengeli tutuyor ve ikinci bölümde senden yana oluyorum. Evet insanlar okusun da ne okursa okusun ama ben her şeyi okumam 🙂 Ne iyi bir insanım di mi adil olduğum için :)))
    İpek Ongun'a gelince, itiraf edeyim kitabı sevmedim, fazlaca yukardan ve ben merkezci geldi ama şu ara balerin ve koreograf Aysun Aslan'ın Cebeci Konservatuarı anılarını okudum, işte o şahaneydi.
    Seviyom seni 🙂

    • özlem öztürk diyor ki:

      Eh, tabii kitabı okurken şu hissi duyuyorsun: bu nasıl bir aile yahu?
      Bu tarz yerlere her geldiğimde Selçuk'a okudum. Cümlelerim hep şöyleydi. İpek Ongun'un annesi, zamanında önce bir ataşeyle, sonra Maliye Bakanıyla, sonra da zengin bir tüccarlar evlendim. Pera Palas'ta düğünler, bilmem ne otelinde içilen çaylar, koca o yıllarda Amerika'da okumuş, kız kardeşin kızı Muhtar Kent'le evli, koca Mersinli zengin bir aile 🙂
      Selçuk da yorum yaptı: O zamanlar Türkiye'nin kaymağını yiyen bir aile işte. Beyaz Türk diye bunlara diyorlar 🙂 Şöyle aslında. İpek Ongun'un dili çok sade. Sohbet eder gibi. Açık söylemek gerekirse benim aradığım edebi lezzet de yok ne yazıkki. Bildiğin ortaokul yıllarındaki Bir genç Kızın Gizli Günlüğü işte 🙂 Ama okurken sık sık şöyle düşündüm: Bir insan bu kadar herkesi kucaklayabilir mi? Ailelerine girmiş herkesten övgü ile bahsediyor. Bu kısımda biraz kendimden utandım. Sene ne fena bir insansın, hiç kimseyi böyle koşulsuz sevmiyorsun dedim. 🙂
      O yüzden artık iyi bir insan olacağım. Üst paragrafta yazdığım çamur kıvamındaki yazılar benim tarafımdan değil, bilgisayarımı ele geçiren başka biri tarafından yazıldı. Yoksa ben herkesi çok beğeniyorum. En çok da kendimi. 🙂

    • Leylak Dalı diyor ki:

      Senin İpek Ongun'dan katbekat iyi olduğundan adım gibi eminim şekerim, herhalde kitaba kin kusmayacaktı kadıncağız 🙂
      Valla ilgi duyuyorsan bahsettiğin anı kitabını oku, çok esprili keyifli bir dili vardı.

  4. Gülşah Şahin diyor ki:

    Kitap konusunda hızlı bir giriş yapmışsın yeni yıla Özlem'cim.
    Ben neredeyse çook az okudum, umarım tüm yılım öyle gitmez.
    Jaguar Yayınlarından iki kitap okudum ikisinden de çok keyif aldım, sanırım yayınevi işi biliyor ve iyi kitapları çeviri yapıyorlar diye düşünüyorum yada sahibi iyi bir okur.
    Ahh İpek Ongun; hangimizin hayatına dokunmadı ki… bu kitabı da alınmayı bekleyenler arasında. O kadar çoğaldı ki yine listem ne yapıcam bilmiyorum. Bazen nefes almadan okuyup elimdeki kitapları listeme geçmek istiyorum. Elbet hayalimde yapıyorum bu dediğimi 🙂
    İyi geceler.

    • özlem öztürk diyor ki:

      Bakma sen benim öyle hızlı başladığıma. Bazen hızlı gider, bazen de yavaş. Zaman her zaman aynı şekilde işlemiyor. Hayat da hep aynı hızla ilerlemiyor. Ben de bir şeyi fazla yapınca başka şeyi az yapıyorum. Sonunda şu aklımdaki kitaba başladım ama hayalini kurduğum hızla ilerleyemiyorum. YAzıyorum, siliyorum, sinir krizi geçiriyorum. Umarım bir şekilde biter de, ben de kendime olan inancımı kazanırım.
      Bu aralar ruh halim bu. Bakaım.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir