Pelin Buzluk söyleşisi nasıldı merak eden var mı?

Geçen haftadan beri bu hafta sonunun hayalini burada paylaşıp duruyordum. Cumartesi gününü tamamıyla kendime ayırdığımı bizimkilere ilan ettim ve sabah erkenden kalkıp Kadıköy’e yollandım. Güzel şeyler yaşayınca zaman hızla ilerliyor zaten. Benim günüm de öyle geçti. Duygu’yla Simit Sarayı’nda buluşup mini bir kahvaltı ettik; peşinden de Zihin Haritaları Eğitimi’ne yetişmek için Moda’ya doğru koşturduk. Atölye beklediğim gibi geçti. Öğrendiklerimin karışık zihnimi toparlayacağını ümit ediyorum. Benim gibi kalemlerle ve renklerle barışık birisi için de ayrıca zevkli bir zaman geçirme aracı Zihin Haritaları. Pazar sabahı Kuzey üzerinde ilk denememi de yaptım. Dil bilgisinden bir konuyu Zihin Haritalarına döktük; cıvıl cıvıl bir şey çıktı ortaya. Kuzey’in de hoşuna gitti üstelik.

Foto Buradan

Dersin ardından yine hızlıca bir yemek yiyip, bu sefer Nur’u da yanımıza katarak Nazım Hikmet Kültür Merkezi’ne yollandık. Kadıköy’de dolaşmanın çok güzel olduğunu hemen belirteyim bu arada. Hava biraz daha sıcak olsaydı daha iyi olurdu ama özgürlüğümü ilan ettiğim bir hafta sonunda üşümek de neymiş? NHKM’de Pelin Buzluk söyleşisi vardı. Yazar, Ankara’dan gelecek ve İstanbullu okurlarıyla buluşacaktı. Açıkçası NHKM’de birkaç kez çay içmişliğim olmuşsa da şimdiye dek hiç bir söyleşiye ev sahipliği yaptığı etkinliğe katılmadım. Bina eski Kadıköy binaları gibi. Merdivenler, yüksek tavanlı odalar insanı çocukluğuna götürüyor. Söyleşi saat 14.00’de başlayacaktı ve küçük bir salondaydı. Biz on dakika erken gittik ama içeride birkaç kişiden başka kimse yoktu. “Eh işte edebiyat!” diye geçirdim içimden. Türkiye’de bu kadar talep görüyor. (Elbette kendimin de ne kadar bu tarz etkinliklere katıldığımı sorguluyorum.) Saat ikiyi geçince sonradan öğrendiğim sohbeti yönetecek iki hanım Pelin Hanım’ın sis nedeniyle az önce kültür merkezine vardığını ve söyleşinin hemen başlayacağını müjdeledi bize. 1984 doğumlu bir yazar Pelin Buzluk. Dolayısıyla çok genç. Buna karşın bu yaşına sığdırdığı başarıları takdire şayan. Böyle başarılı bir kadın yazarın ödüllerini burada yazmak bile çok keyif verici olduğundan ben de bir kez daha tekrar edeceğim. Yazar, ilk kitabı Deli Bal ile Yaşar Nabi Nayır Öykü Ödülü’nü, ikinci öykü kitabı Kanatları Ölü Açıklığında ile Selçuk Baran Öykü Ödülü’nü, En Eski Yüz isimli üçüncü öykü kitabı ile de Sait Faik Öykü Ödülü’nü alıyor. “Daha ne olsun?” değil mi? İnsan, böyle genç bir kadın yazarla gurur duyuyor.

Pelin Hanım’ın geldiği duyurusunun yapılmasının hemen ardından, Pelin Buzluk söyleşideki yerini aldı ve yüzünde bir gülümseme ile ona ayrılmış masanın ortasındaki yerine oturdu. İki tarafına iki moderatör sıralandıktan sonra da sohbet hemencecik başladı. Elbette kimin kim olduğunu bilmiyorum ama moderatör hanımlardan kızıl saçlı olan Nazım Hikmet Kültür Merkezi Edebiyat Kulübü olarak bu tarz söyleşiler gerçekleştirdiklerini ve özellikle de genç yazarları ağırlamaktan mutluluk duyduklarını belirtti. Pelin Buzluk da teşekkür etti kendisine. “Biraz biyografinizden bahsederek başlamak istiyorum.”diyerek de söze devam etti. Yazarın ödüllerinden, yaşından, işinden bahsederken öykülerinin ne çok edebiyat dergisinden yayınlandığının altını çizdi. Pelin Hanım’da bunun üzerine söz aldı ve mütevazi bir söylemle öykülerinin bugüne kadar birçok dergide yayınlanmasının en temel sebebinin üniversite yıllarında dergicilik yapmasından ve bu konuyla ilgilenirken de zamanın tüm dergilerini satırı satırına incelemesinden ileri geldiğini söyledi. “Hangi dergiye hangi öykümü göndereceğimi biliyordum.” diye de genç yazar adaylara yol gösterdi.Sohbetin burasında birkaç kişi de söz alarak sohbete katıldı. Fakat diğer moderatör dinleyicilere daha sonra söz vereceklerini, önce kendi hazırladıkları soruları soracaklarını ve üstü kapalı olarak biyografi kısmını uzun tutmadan sorulara geçilmesi gerektiğini söyledi. Sanırım iki moderatör arasındaki ilk kıvılcım burada ateşlendi. İkisi de konuşmak istiyordu ama ikisinin de beklemeye niyeti yoktu. Eh, pek tabii konuşmanın burasında odanın merkezindeki masadan soğuk bir rüzgâr esti. Arkadaşlarımızla birbirimize bakıp bıyık altından gülümsedik biz de. Konuşmanın bir yerinde Pelin Hanım edebi metinlerle ilgili bir cümle kurdu. Kelimesi kelimesine doğru hatırlamasam da söylediği cümle “Siyasi metinleri edebi metin olarak görmüyorum.” bağlamında bir şeydi. Moderatörlerden birinin koptuğu yer burası oldu çünkü bu cümlenin ardından NHKM’nin komünist bir kültür merkezi olduğu şeklinde bir cümle kurdu. Samimiyetle cümlenin tamamını anımsamıyorum. Ama bana çok saçma ve çok yersiz geldi söylediği. Sarf ettiği bu cümleden sonra da bir daha yüzü gülmedi. Bir bağlamda evine bir misafir davet etmişti ama misafir pek de istediği gibi davranmıyordu. O da sohbete küsmekte buldu çareyi. Dinleyiciler de Pelin Buzluk da olanı biteni hissetti elbette. Uygun bir zaman ve kendini açıklamak için bir fırsat bulunca yazar, kendisine sorulan bir soru için teşekkür edip, şu açıklamayı yapmaya mecbur hissetti kendini: Siyaset metne hizmet ediyorsa benim buna söyleyecek bir sözüm yok ama sadece siyasi bir mesaj vermek amacıyla yazılmış metinleri edebi metin olarak görmüyorum.Moderatörleriyle, dinleyicileriyle çok tuhaf bir söyleşiydi. Allahtan her beş dakikada bir oturduğu yerden elindeki cep telefonunun flaşını Pelin Buzluk’un gözünde patlata patlata fotoğraf çeken bir kadın vardı da dikkat moderatörlerden arada ona kayıyordu.? Moderatörlerin hazırladığı sorular da içler acısıydı. Yazar suratında şaşırmış bir ifadeyle, sordukları sorularla öykülerini anlamadığı belli olan moderatörlere ne yazık ki öykülerini anlatmak zorunda kaldı. Bir yazar için çok acıklı bir durum olduğunu düşünüyorum bu durumun. Bir yazar asla yazdıklarını anlatmamalı. Bence yazar ara ara kendinin burada ne aradığını sormuştur. Zira ben bile ne dediklerini bir türlü anlamadığım moderatörlerin “Kadın sıkışmışlığı, kadın sıkışmışlığı…”nakaratları içinde kendimi odadan dışarı atmak istedim.Zaman tükenip de dinleyicilere de soru sorma fırsatı gelince arka sıralardan biri Rönesans’tan başlayarak Fransız Edebiyatına, oradan Sartre’a, varoluşun temellerinden Pelin Buzluk’un öykü kitabına vardı. Kendi adıma cümlenin başı ile sonunun bir yerde birleşip birleşmediğini, sonunda anlamlı bir konuşma paragrafı hatta soru cümlesi oluşturup oluşturmadığını anlamadım. Her söyleşide yazının icadına kadar inen dinleyiciler vardır. Öyle değil mi? Soru soran bu arkadaşı da öyle kabul ettim. Söyledikleri ile söylemek istedikleri arasında bir hayli fark olsa da aslında kendinin de yazma uğraşı içinde olduğunu ve fark edilmek istediğini söylüyordu. Anlatılası nice komik olay vardı bu söyleşide. Yazarın yazdıklarını anlamayanlardan, yazarın kaleme aldığı sonu beğenmeyenlere, başka bir yazım dilini yazmasını tercih edenlere kadar bir dolu cümle kuruldu, tekrar edildi ve hatta ısrarla savunuldu.Peki Pelin Buzluk hakkında ne düşündüm?

Çok sevdim, yazdıklarına saygı duydum ve gülümsemesine bayıldım.

Aslında çok güzel olabilecek, nefis sorular sorulabilecek, öykülerinin dışındaki Pelin Buzluk’a sorulabilecek onlarca soru olasılığının olduğu uzun bir iki saat harcandı, gitti gibi geliyor.

“Olsun!” diyorum.

Pelin Buzluk’u görmek süperdi.

Blog yazılarımdan e-posta ile haberdar ol

Yorum yazmak için tüm yorumların altındaki alanı kullanabilirsiniz.

Pelin Buzluk söyleşisi nasıldı merak eden var mı?” yazısında 14 düşünce

  1. Oytunla Hayat diyor ki:

    Öykülerle aram çok hoş olmaığından sanırım yazarıda tanımıyorum. Fakat onun hakkında en sevdiğim şey (tabi ki anlattıklarından) gülümseyebilmesi oldu ♥

    Bu arada birşey biliyorum ben demenin yolu illa filozofluğa mı dayanması gerekiyor da bu insanlar kimsenin anlamadığı şekilde konuşmaya çalışıyorlar :/

    • özlem öztürk diyor ki:

      Öyküyle aramda geçenleri ben de ucundan bir önceki yorumda anlatmaya çalıştım. Tüm çabalarıma rağmen (Yazı Evindeki yazı alıştırmaları grubunda her hafta iki öykü inceliyoruz) hâlâ ısınamadım. En çok okuduğum öykünün daha biter bitmez iz bırakmadan silinmesi üzüyor beni. Birini bitirip, ardından başka bir öyküye geçince önceki öyküdeki kahramanlar buhar olup uçuyor. 🙂
      Eee, üzülüyor insan haliyle 🙂
      Yine de okumaya devam ediyorum. Yavaş yavaş, olduğu kadar 🙂
      Yoruma cevap oldukça gecikti. O yüzden bir cuma gününden nefis bir hafta sonu diliyorum sana.
      Sevgiler

  2. ezgi diyor ki:

    Geçen ay elime tam delibal'ı almışken araya okumam gereken başka kitap girince okuyamadım. merak ediyorum çok. Ayfer Tunç önermişti bir röportajında ben de hemen koşup almıştım.
    Sevgiler

    • özlem öztürk diyor ki:

      Ezgi, farklı bir yazar Pelin Buzluk. Daha doğrusu dili farklı. Öykü okumak zor bir bence. Bana zor geliyor yani. Emek istiyor, çaba istiyor ve azim istiyor. Yılmadan öykü okumak insanı daha başka bir yere taşıyor. Ama "Kolay mı dersen?", Bana zor geliyor. Bir romanın içinde kaybolmak, uzun soluklu ama ağır ilerleyen bir yolda gitmek daha konforlu geliyor. O yüzden Pelin Buzluk okumak beni de zorlamıştı. Hatta biraz daha uğraşmam gerekiyor öyküleriyle; derin nefeslerle ve zaman tanıyarak okumak gerekiyor.
      İkimiz de aynı yerdeyiz yani. Birlikte başlarız belki de okumaya.
      Çok öpüyorum seni.

  3. şule uzundere diyor ki:

    Yazarı daha önce duymamıştım. Sayende tanışmış oldum. Etkinlik biraz hayal kırıklığı olmuş. Yazar için de onu dinlemeye gelenler için de üzücü bir durum. Umarım Ankara'da kahve içme planı gerçek olur da yazarla birebir konuşmuş olursun 🙂

    • özlem öztürk diyor ki:

      Kısmet elbette 🙂
      Baksana yorum yazmaya vakit bulamıyorum; oysa ki en sevdiğim yerlerden biri blogum. Dün blog kızlarından ikisiyle bir kaçamak yaptım. İşi astım ve Kuzguncuk'a gittim. Hayat, çay içerken, denize bakarken, sohbet ederken ne güzel. "Keşke," diyor insan. "Hayat hiç tasasız, su kenarlarında akıp gitse."
      Yine de bugün, haftanın son gününde, mutlulukla parlıyorum. 🙂
      Sevgilerimi yolluyorum sana. Öpücüklerle birlikte.

  4. Adsız diyor ki:

    Özlem ben de Ankara'da Cer Modernde Ayfer Tunç söyleşisine gittim geçenlerde.Sevdiğim bir yazarla 2 saat çok güzel geçebilecekken yer yer sıkıldım yer yer kafam başka yerlere gitti. Sebebi ne dolu dopdolu bir yazarla söyleşiyi yapacak olan modaratörün hazırlıksızlığı hiç bir kitabını okumamışlığı, belki son kitabını okumuşsa onu da anlmamışlığı..Tek bir soru sordu onu da yanlış sordu ve sözü konuklara bıraktı. Eee artık dediğin gibi sorusuna gelemeden yazının icadından başlayanlar mı dersin, kendi hikayesini anlatmak için gelenler mi, iki cümleyi biraraya getiremeyen ne dediği anlaşılamayanlar mı..Yazarımız kendini hırpaladı birşeyler anlatabilmek için. Böyle mi olmalı böyle mi konuk etmeliydik sevilen bir yazarımızı Ankara'da. Yani bu tip etkinliklere gitsen bir türlü gitmesen bir türlü…Neyse biz yine degitmeye çalışalım sevgiler Aylin

    • özlem öztürk diyor ki:

      Aylin,
      Ne tuhaf bir milletiz diye düşünüyorum işte böyle zamanlarda. Hayır, şu garip geliyor bana edebiyat söyleşisine bile edebiyatla ilgisi olmayanlar geliyor. Birkaç sene önce Paris'te iki gece üst üste Charles Aznavour konserine gittik. Kimse cep telefonunu ya da fotoğraf makinesini çıkarıp adamın gözüne, yüzüne flaş patlatmadı. Bir iki densiz çıktı ve onu da hemen uyardılar. Ve yapan hemen özür dileyip makinesini kaldırdı. Ben şunu anlamıyorum 20 metrekare odada elli tane fotoğraf çekmek de ne demek. Zaten söyleşinin sonunda kadın çektirdi fotoğraf. Çünkü sosyal medyada o fotoğrafı paylaşamazsa gitmesinin anlamı olmayacak. Gelmesinin amacı o. Diğer taraftan moderatörlerin söyleşinin başındaki, "Yazarı buraya biz getirdik, önce biz soracağız soracaklarımızı, siz de zaman kalırsa sorarsınız." tavrı da bir tuhaf. O zaman hep birlikte bir kahve içseydiniz derler adama. Benim sevmediğim o sahiplenmedeki böbürlenme haliydi.
      Ama yine de iyi ki gitmişim dedim çünkü yazarın enerjisini çok ama çok sevdim. Esprili, yaşadıklarımıza sırtına dönmeyecek kadar duyarlı ve üstelik pırıl pırıl genç bir kadın. O yüzden o odadan yüzümde kocaman bir gülümseme ile çıktım. Yine böyle söyleşilere gitmeye devam edeceğim elbette :))

  5. Gülşah Şahin diyor ki:

    Selam.
    Yazarı hiç duymadım, belki de uzun zamandır kitapçılara gitmediğimden görmemiş de olabilirim.
    Bir de öykü kitabı okuyamıyorum, sıkılıyorum.
    Ama ne yazık olmuş geçen zamana söyleşi de. NKM severim özellikle yazın ağaçların altın da çay içmek çok keyifli…

    • özlem öztürk diyor ki:

      Ben de ilk kez adını Radikal'in Kitap ekinde görmüş ve onun üzerinde kitaplarını almıştım. Tarzı çok değişik bir yazar zaten. Gülşah'cım öykü konusunda çok haklısın. Bizlerin alışık olduğu bir yazın türü değil öykü ama ben son iki senedir özellikle öykü okumaya ve öyküyü tanımaya gayret ediyorum. Yazı Evi'nde her hafta bir yazardan birkaç öykü okuyup, onları inceliyoruz. O yüzden emek verdikçe, öykünün içine girmeye çaba sarf ettikçe öykünün tadını almaya başladım. Senin de öykü okuyacağın zaman gelecektir elbet 🙂 Bir vesile lazım sadece 🙂

  6. pelinpembesi diyor ki:

    Pelin Buzluk Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’nda çalışıyormuş 7 yıldır ama geçen yıl khk dan atılmış.yazar kimliğinle birşeyler yapmaya çalışırken memur gibi de olamıyorsun zaten. özellikle Deli BAL'ı çok duydum ama
    hiç okumadım

    • özlem öztürk diyor ki:

      Türkiyede okumuş insanların kaderi bu ne yazık ki. Konuşmayacaksın, susacaksın. Ne diyeyim ki? Söyleyecek bir şey bulamıyorum ama ben yazarın enerjisini çok sevdim. Çok hoş bir kadın. O yüzden her ne kadar iyi yönetilmemiş bir söyleşi olduğunu düşünsem de iyi ki gitmişim dedim.

  7. Leylak Dalı diyor ki:

    Bu tür etkinliklerde soru soranların çoğunun amacı üzüm yemekten ziyade bağcıyı dövmek, etkinlik kişisinden rol çalmak ve kendini tanıtmaktır. Uzatır da uzatır, bayar insanı. Tabii gerçek anlamda düzgün soranları tenzih ediyorum. Moderatörler de tam Allahlıkmış yani, pes.
    Şekerim sen yazın Ankara'ya gel, ben Pelin Buzluk'u tanıyorum, Funda'nın da arkadaşı, üçümüz birer fincan kahvenin başında buluşur sakin sakin sohbet ederiz 🙂

    • özlem öztürk diyor ki:

      Pelin Buzluk'u çok sevdim. Söylediği her şey anlaşılır ve netti aslına bakılacak olursa. Yazıyla olan derdini de, öykülerini neden öyle yazdığını da, kendini gördüğü yeri de çok güzel anlattı. Üstelik kendisini eğlenceli buldum. Bazı öyküleriyle ilgili gelen "ben bu öyküyü anlamadım" yorumlarına, demek ki ben iyi anlatamamışım diyerek mütevazilik gösterdi. Moderatör bir öyküsü için, "kahramanın intihar ettiği öykü!" deyince, elini ağzına götürüp "sahiden mi, ölmüş mü?" diye cevap verdi. 🙂
      Şahsen görsem, "Pelin Hanım, sahiden siz milletin sorduğu soruları anladınız mı?" diye sormak isterim çünkü çünkü benim kendimle ilgili hissiyatım anadilimde konuşulanları anlamamdan doğan bir korkuydu 🙂
      Pelin Buzluk da editörünün Levent Cantek olduğunu söyledi bir ara. Ben de arkadaşlarıma fısıldadım hemen kim olduğunu 🙂 Ankara'da seninle, Fundayla ve Pelin Buzluk'la bir kahve çok havalı geldi gözüme.
      Seni çok seviyorum ve çoook öpüyorum.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir