Bonjour Paris, ben geldim yine.

Gökyüzü apaydınlık… Çok güzel bir gün… Orly’den trenle Pigalle’e geldik. Metro istasyonundan dışarı adımımı atar atmaz Paris karşımda işte! Otelimiz bu sefer Pigalle’de. Evet biraz tehlikeli gibi gözüküyor değil mi?  Moulin Rouge ile aynı sırada küçük, şirin bir otel. ”Le Chat Noir”. Otelin hemen yanıbaşında aynı adlı bir bistro var ki yemek yemeden dönülmemesi gerek diye düşünüyorum.
Metroda yol boyunca çok acıkmama rağmen şimdi yine caddeleri seyretmeye daldım. Güneş içimi ısıtıyor, umarım tüm seyahatimiz boyunca da gülen yüzünü gösterir bize. Sonunda kimilerine göre kısa, bana göreyse uzun bir aradan sonra şehrimdeyim yine.
Feridun Andaç, Paris’ı anlattığı kitabına ”Paris Bir Yalnızlıktır” adını verir. Çok uzun yıllar sürgüne giden yazar, şair ve ressamlarımızın sığınağı olmuş bu şehir, evet yalnızların, yurdundan uzak kalmışların şehri olabilir ama benim için Paris bir melodidir.
Ohhhh be…
Burada olmak çok güzel! Mutluyum. Mr.S yanımda…
Bavulları otel odamıza bırakır bırakmaz hemen köşede gözümüze kestirdiğimiz restoranda alıyoruz soluğu. Sokağa karşı küçük bir masaya oturuyoruz. Mr.S karşımda tişörtle oturuyor. Açlıktan gözüm döndüğü için pizza sipariş vermeye hazırlanırken, Mr.S tarafından Pizza Pino da yersin pizzanı denerek engelleniyorum. Bunun üzerine birimiz tavuk, diğerimiz kuzu eti sipariş ediyoruz. Şimdiden yorgunluk ve stresi geride bıraktık bile. Paris’e bahar gelmiş arkadaşlar! Parisliler kendilerini sokağa atmışlar.
Daha yemeğimiz gelmeden, kafede otururken, Boulevard de Clichy üstündeki ”Leon de Bruxelles” adlı meşhur midyeciyi gözüme kestiriyorum. Bu sefer mutlaka orada bir akşam yemeği yemeliyiz. Kesin kararlıyım.
Yemeğimiz geldi.İkimizde çok beğenerek yemeğimizi mideye indiriyoruz. Üstüne de çaylarımızı içtikten sonra artık gezme, dolaşma moduna girmiş bulunmaktayız. Hadi bakalım yola koyulma vakti. Sokaklarda avarelik başlamak üzere…
Aslında yürüyüşümüze bir rota çizmeden başladık. Pigalle’den Concorde Meydanına doğru yürümeye başladık ve karşımıza Notre Dame de Lorette kilisesi çıktı. Önünde dört sütunu bulunan kilisenin basamaklarında çiftler ve gençler oturmuşlar. Kilisenin siyaha çalan çok koyu iki kanatlı bir kapısı var, kapının üzerinde de rölyef iki tane melek sureti. Kilisenin kapısına yüzümüzü dönüp uzaklaştığımızda Notre Dame de Lorette Kilisesinin tam arkasında Sacre Coeur Katedralini görüyoruz.

 

Kilisenin arkasına doğru yürümeye başladığımızda karşımıza sokak boyunca sıralanmış bit pazarı ile antika pazarı arasında bir pazar çıkıyor. (Rue des Martyrs)


Ben kendi adıma bu tip yerel pazarları gezmeyi çok sevdiğimden sokakta keyifle dolandım. Antikalara ve eski eşyalara meraklı ve sevdalı insanların ucundan da olsa bakması gereken bir yer diye düşünüyorum. Sokağın sonuna yaklaştığınızda ayrı bir bölümde de eski kitap, kartpostal, pul ve resim satan tezgahların olduğunu görürsünüz. Eğer Fransızca konuşabiliyorsanız bulabileceğiniz çok şey var demektir. Bu arada sokak üstünde gurme marketler de bulunmakta. Peynir alacaklar için farklı bir alternatif olabilir.
Biz pazardan ayrıldıktan sonra Hausmann Bulvarına doğru yürüyüşümüze devam ettik. Baron Haussmann, Paris için çok şey ifade ediyor çünkü Paris’i Paris yapan adam desek az demiş olmayız. Bugün Paris Şehrindeki binaların %60 ı, Haussmann zamanında ve yetkisi dahilinde yapılmış. Dönemin en iyi mimar ve mühendisleriyle çalışmış ve bugün Paris’in çok takdir edilen altyapısını yapmış. Paris bugün milyonlarca turist çeken geniş bulvarlarına Haussmann tarafından kavuşturulmuş.
Tavandan yere kadar uzanan camların önündeki fransız balkonlu pencereleriyle yanyana sıralanmış binalar Baron Haussmann’ın yıllar önce bıraktığı yerde aynı güzellikte durmaktalar. Dar ferforje balkonların kimilerinde çiçekler açmış, balkonlar renklenmiş.
Paris tam bir insan mozaiği. Etrafınıza şöyle bir baktığınızda her milletten insanı görmek mümkün.
Kafe’ler masa ve sandalyelerini sokaklara taşımışlar, Paris’li kahvesinin yanında sigarasını tüttürmeye devam ediyor.
Clichy’den başlayan yürüyüşümüz Haussman Bulvarına kadar bizi sürükledi. İlk gün yorgunluğundan ve Paris’i bu sefer keyifle gezmek istediğimizden hoşumuza giden her kafede oturup, sohbet ediyoruz. Bu sefer Paris bizim için dinlenmek olacak.
Daha önce de geldiğimiz CafeHaussmann’dayız ve artık akşam olmak üzere. Biz kendimize oturup caddeyi seyredebileceğimiz bir masa bulduk ama dışarıda insanlar masa için sıra bekliyorlar. Akşam yemeği niyetine hafif bir salata, çay ve benim için krem karamel söylüyoruz.
Bonne nuit…

Blog yazılarımdan e-posta ile haberdar ol

Yorum yazmak için tüm yorumların altındaki alanı kullanabilirsiniz.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir