Ho Chi Minh City’de İlk Gece

Sabah 8.30’da Abu Dhabi Havaalanı’ndan bizi eski adıyla Saygon’a götürecek uçağa bindikten sonra uyudum. Bu saatte kendimi uykuya teslim etmemem gerekiyordu ama uyku beni öylesine şefkatle kucağına aldı ki, söyleyecek fazla sözüm yoktu. Sonra koltuğun arkasındaki ekrandan birkaç romantik komedi seçtim kendime. Sevgililerin kavuştuğu son öpüşme sahnesinde yine yüzümde kocaman bir gülümseme vardı. Romantik komedi ( bu filmlere addedilen ismin çok saçma olduğunu ben de kabul ediyorum) filmler seyreden tüm kadınlarla alay eden kocalara söylüyorum: Sevgili arkadaşlar! Romantik komedi filmleri güzeldir. İnsanın içini mutlulukla doldurur.

Vietnam Vizesini Nereden alabilirim?

Akşam 19.30 sularında şimdiki ismiyle Ho Chi Minh City’ye indik; ama ne iniş. Yeşil pasaportlu arkadaşlar hemen pasaport kontrolünden geçip gittiler. Biz lacivert pasaportlular ise elimizde acentadan alınmış 40$’lık mektuplarla öylece kalıvermiştik. İşin kötü yanı, elimizde mektuplar işe yarıyor mu diye oraya buraya sorarken önümüzde uzanan uzun sıranın da en arkasına düşmüştük.
1.5 saati bulan uzun bir bekleyişin ardından önce bir form doldurduk, sonra 45$ daha verdik. Kişi başı rakamlardan ve tek girişlik vizeden bahsediyorum. Gidecek arkadaşlara bilgisi olsun. Yanınızda fotoğraf götürmeniz de gerekiyor.
Biz yeşil pasaportu olmayan gezginler dışarı çıktığımızda hava kararmıştı. Bekleyiş canımı sıkmış olsa da, beni dışarıda asılı reklam tabelalarında kim bekliyordu dersiniz?

 

 

Hemingway! Vietnam en ünlü kahve markasının reklam yüzüydü sevgili Hemingway. Havaalanının hemen dışında sıralanan devasa kolonların üstünde başkaları da vardı elbet; ama benim gözüm ne Balzac’i gördü, ne de Napolyon’u. Beni kapıda Hemingway karşılamıştı ya, yeter de artardı. Bir anda yeşil pasaportlulara karşı beklediğim nefretim uçup gitmişti. Dönüşte bu kahveyi almaya, İstanbul’a getirmeye, oturup kahvem eşliğinde tadından yenmez yazılar yazmaya karar verdim.
(Romantik komedi filmlerinden hoşlanan bir kadının, Hemingway gibi maço bir adamdan hoşlanmasını anlamayanlara not: Aşk bu, kitabı olmaz!)
Sonra rehberimiz Tiin’le tanıştım. İsmi okunuş olarak öyle bir şey, yazılışını elbette uydurdum. Otobüse bindikten ve Tiin konuşmaya başladıktan sonra anladım ki, Tiin’i dinleyerek fazla bir bilgi sahibi olmak mümkün değil. İngilizce konuşmaya hevesli rehberimizin konuşmasını anlayabilmek için öncelikle İngilizce’yi tümden unutmak gerekiyor.

 

Tiin yol boyunca bize Saygon’un ne kadar kalabalık bir şehir olduğundan bahsetti. Şehrin içine doğru ilerledikçe sokakları dolduran motosiklet kullanıcıları gerçekten şaşkınlık vericiydi. Bu konuyla ilgili ilk uyarı şöyleydi: Karşıdan karşıya geçmek zorunda kalırsanız, sakın hızlı hareket etmeyin. Motosiklet sürücüsünün sizi görmesi ve size çarpmaması için çok yavaş hareket etmelisiniz.
Daha sonraki günlerden birinde karşıdan karşıya geçmek zorunda kaldığımızda anladım ki, Saygon’da bu işi becerebilmek çok zor bir şey. İnsan ister istemez üstüne gelen binlerce motoru görünce hızla kaçmak istiyor. Sanki kontrolü başkalarının elinde olan bir bilgisayar oyununda tıkılı kalmak gibi bir duyguya kapılıyor insan.

 

Bundan üç yıl kadar önce Vietnam’da motor kullanırken kask takmak zorunlu hale gelmiş; lakin başlarına taktıkları kaskların bedeli 2$’ı geçmiyormuş. Bu yüzden kaskların görünümlerinin dışında üstlendikleri faydalı bir görevleri yok. Üstlerinde bindikleri motosikletler de çoğunlukla 400$ değerinde Çin malı motosikletlermiş. Daha sonraki günlerde inip bindiğimiz otobüsler boyunca pirinç tarlaları, bu tarlalarının üstlerine sanki serpiştirilerek atılmış gibi duran mezar taşları gördük. Şehir merkezlerinde ise yol boyu yeme-içme yerleri ve bolca motosiklet tamircileri…
Şehirle ilgili öğrenilmesi gereken öyle çok şey vardı ki…
Otobüs pek de kısa olmayan bir yolculuğun üstüne Indochina (26 Truong Dinh Street- District 3, Ho Chie Minh City, Vietnam) restoranda masanın etrafına sıralandık hemen. Ortaya gelen yemeklerin hepsini bayılarak yedim.

Vietnam’daki ilk gecemizde soframızda neler vardı peki?

 

 

 

 

 

 

Vietnam’ın meşhur yerel birasının tadına bakarak başladık yemeğe! Seyahat boyunca 333 sıklıkla yemek masalarımızı şenlendirdi.

 

Bizim için hazırlanmış menü, damak tadımıza çok uygundu. Kendi adıma konuşmam gerekirse masanın üstündekiler benim için bir ziyafet sayılırdı.
Keyifle mideme indirdiğim bu roll’ları şimdi bulsam yine yerim 🙂

 

Balla tatlandırılmış biftekler… Leziz!

 

Otun iyisi kötüsü olmaz diyeceğim. Tek bir istisna ile: Kişniş! Kendisinden nefret ettim.

 

Tavuk işte 🙂

 

Beyine benzeyen garip sebzeler dışında bu tabak harikaydı.

Ben masayı dolduran yemekleri, 333 biramla götürürken karnını masaya gelen ekmek ve tereyağı ile doyuran arkadaşlar da vardı tabii ki. Bknz: Selçuk ve Cengiz.

Blog yazılarımdan e-posta ile haberdar ol

Yorum yazmak için tüm yorumların altındaki alanı kullanabilirsiniz.

Ho Chi Minh City’de İlk Gece” yazısında 6 düşünce

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir