Yokum, az sonra döneceğim.

Bugünkü yazı bir iç dökümü olsun. Bir şeyler yazmak için en güzel yer orası çünkü.
Bir kere okulların açılmasına çok sevindim. İlk itirafım buradan gelsin. Okulların açılmasıyla birlikte düzene giren hayatımıza bayılıyorum. Mecburen sabahın köründe kalkıyoruz ve ailece hepimiz birbirimize kötü davranıyoruz. Daha saat 07.00 olmadan Kuzey gidiyor. Ben kendi rutinimi ancak oturtmaya başladım. Oğlumu kapıdan yolladıktan sonra çayımı demliyorum. Mutfakta fokurdayan demlik gibi güzel bir şey yok bu dünyada. En azından sabahın kör vaktinde.
Kendime kalan bu anları çok seviyorum. Güzel şeyler düşünmek için ayrılmış nefis saatler…
Canım pek istemediği için New York seyahatimizin zihnimde iz bırakan, anlatmak için sabırsızlandığım nice güzelliklerini paylaşamadım. Oysa öyle güzel bir tatil geçirmiştim ki yazmakla bitiremeyeceğimi düşünüyordum. Dünyanın her köşesinde aynı zevklerin etrafında dolanıp dursam da ne çok güzel şey var dile gelecek. Mesela New York’un gezilmesi gereken tüm kitapçılarını yazacaktım. Ben anlattıkça kitapsever her dost gitmedikleri o kitapçılarda ufak bir gezintiye çıkacak, gidenlerin suratındaysa bilindik bir tebessüm oluşacaktı. Olmadı. Klavye elimin altında olduğuna göre bir gün yazarım belki. Yazmayı çok isterim çünkü.
New York dönüşü sonrası içime kapandım. Aman ne kapanış! Ne bir satır yazı yazdım bir köşeye ne de bir satır kitap okudum. Kitap bile satın almadığım ve kendimi Grey’s Anatomy dizisinin içine hapsettiğim tuhaf bir dönemdi. Bundan daha uzun bir süre kendimi dinlediğim bir dönem olmuş muydu hatırlamıyorum. İşin garip yanı dönüp dolaşıp aynı soruları sordum kendime. Ne yazık ki beni tatmin edecek bir cevap bulamadım. Sanırım şimdi bazı şeyleri olduğu gibi kabullenme dönemindeyim. Kafam daha rahat ve Grey’s Anatomy’de 12.sezonu bitirdim. Uzun lafın kısası dizide bulduğum huzurlu hayat da on iki sezonun sonunda tükendi. Koskoca bir on iki yılı iki aylık depresyon dönemimin içine sığdırınca bir sürü şey oldu elbette. Sanırım Brad ve Angelina da boşanmışlar ben depresyonumla baş başayken.
”Ben bunalıma girdim.” diye sağda solda dolaşırken Küba tatili geldi çattı elbette. ”Vallahi parasını önceden ödemeseydim bu halimle Küba’ya falan gitmezdim.” diye hem etrafa hava attım, hem de Fidel ölmeden önce Küba’yı görüyorum diye sevinerek Air France uçağına atladım.
Baştan söylüyorum Fidel ölmeden Küba’ı görmek geyiği ne saçma bir geyiktir. İnternet sahiden kopyala yapıştır yapan, birilerinin hayallerini kendilerine mal eden yaratıklarla dolu. Kendi hayallerimizi yaşayalım arkadaşlar. (Bir ara kendi hayal listemi yapacağım bu arada)
Küba’ya gittik vesselam. Bilindik tüm Küba geyiklerini elimizden geldiğince yaşamak için her şeyi yaptık.
*Seyahat boyunca Fidel Castro’ya bir şey olmasın diye dua ettik.
*Bol bol mojito içtik.
*”Hemingway Daiquiri içermiş.” diyerek bu içkiyi tükettik.
*Adını ezberlemeye çalıştığımız romlu içkileri kafaya diktik.
*Bol bol sigara ve puro tükettik.
*Comandante Che Guavera şarkısının nakaratını ezberledik.
*Dans ettik.
*Hımm, bir de ıstakoz yedik.
Sonuç olarak döndüğümden beri yanımda sigara içenin üstüne saldırıyorum. Alkol lafını duymak istemiyorum. ”Bana puro getirdin mi?” diyenlerin de üstüne atlıyorum.
Küba tıbbının çok ileri düzeyde olduğu ile ilgili de ciddi kuşkularım var. Üzgünüm öyle! Bu konuyu bir ara uzun uzun anlatırım; lakin Che Guevera hâlâ lise yıllarımın aşkı. Söylemeden geçemeyeceğim.
Peki Küba’dan döndüm de ne oldu?
Fena hasta oldum. Boğazımdaki kocaman şişlik, başımdaki ağrı, vücudumdan fışkıran ateş bende bunalım falan bırakmadı. ”Her şeyin başı sağlık Özlem!” dedim kendi kendime. Hızla iyileşmek istememin sebeplerinden biri de sürpriz hediyemdi elbette. Üç günlük bir Paris seyahati. Bol bol yemek yedim, hafta sonlarını evde dinlenerek geçirdim, portakal suyu içtim. İyileşmek için elimden gelen her şeyi yaptım. Ucunda kısa da olsa bir Paris seyahati vardı. An itibariyle kelimelerimi sonunda içimden çıkaran duygu da sanırım Paris seyahatimdi. Şehir serindi ama bıraktığım gibi keyifliydi. Bir şeylerin değişmeden kalabileceğine olan inancım yine tazelendi. Paris hakkında yazacak daha neyim var bilmiyorum ama her oturduğumda bir şeyler buluyorum.
…ve nihayet evimdeyim. Dışarıda hafiften yağmur çiseliyor bu akşam. Hemen sağ köşemde de demli bir bardak çayım. Hayatın içine adım atmışım gibi nerdeyse. Bu cuma Yazıevi’nin kapısından da içeri girdim mi hayat benim için yine filizlenmeye başlamış demektir.

Blog yazılarımdan e-posta ile haberdar ol

Yorum yazmak için tüm yorumların altındaki alanı kullanabilirsiniz.

Yokum, az sonra döneceğim.” yazısında 12 düşünce

  1. pelinpembesi diyor ki:

    Depresyonda olmayan var mı acaba Özlem, diğer taraftan da yaşamaya çabalıyoruz. Bugün Tevfik Fikret'i anlatan kitabı okurken şuna rastladım Bir arkadaşı T.Fikret'e Nasılsınız bugün diye soruyor o da '' Büyük birşey var; o da hayat. Çok şükür hayat galip geliyor''diye cevaplıyor. Bu sözlerini okuyunca öyle iyi anladım ki şairi. Umutsuzluk , karamsarlık hep onunla olmuş tüm yaşamı boyunca. Ülkenin durumunu hep kafasına takmış, çıkış yolunu sanatta ve hayatın kendisinde bulmuş. çözümü bulan yok, kendimizi avutma yolları var, bizi hayata mecburen bağlayan unsurlar var. Bir içdökümü yazısı benimde yazmam lazım, benzer durumlardayız. Farkımız sen uzaklaşıyorsun bazı şeylerden ben daha da yapışıyorum rutinlerime. Bırakırsam bir daha yolumu bulamam gibi geliyor..

    • özlem öztürk diyor ki:

      Ah Buket!
      Her gece yeni umutlar yeşerterek yatıyorum yatağa, çocuklar için. Her sabah da önce şaşırıp, sonra kızıyorum. İnsanoğlu kavgadan, savaştan, kargaşadan hoşlanır olmuş. Kadın eli değse keşke birçok şeye diyorum ama baktığımda görüyorum ki kadınlar da çıldırmış. Trafikte insanlar neredeyse birbirini öldürecek. Okumayan, düşünmeyen, empati kurmayan insan yığını olmuşuz. Bu hal üzüyor beni elbet. Karşımdakiler sizlersiniz diye konuşuyorum böyle, yoksa hiç dile getirmiyorum artık korkularımı ve üzüntülerimi. Dediğin gibi çözümü yok çünkü bu durumların. Ben de okumaya, elimden geldiğince yazmaya geri döndüm. Umut kendi içimde ve minik mutluluklarda.
      Şimdilik öyle yaşıyorum işte!
      Öperim canım seni çok

  2. Gamze Esra Ersöz diyor ki:

    Nihayet döndün Özlemcim, yazını görünce çok sevindim. Geçmiş olsun diliyorum.Bu arada o uyuşukluk şu sıralar benim üzerimde var biliyor musun? :(( Hiç bişi yapmayı istememek çok kötü bir ruh haliymiş 🙁 Tatil yazılarını merakla bekliyorum.

    • özlem öztürk diyor ki:

      Depresyon dedikleri böyle bir şeymiş. Sahiden canım hiçbir şey yapmak istemedi. Kitap okumanın bile anlamsız olduğunu düşündüğüm bir dönem yaşadım. Kendime gelemedim bir türlü. Şimdilerde biraz daha iyiyim. Kuzey'in derslerine bakıyorum azıcık, sık sık kavga ediyoruz, barışıyoruz derken hayat eski anlamını tekrar kazandı. Dediğim gibi cuma sabahı da yazı dersime gideceğim. İyi gelecek tüm bunlar 🙂 Benim de gezi yazılarına başlamak gibi bir niyetim var ama kendi kendimi çok umutlandırmak istemiyorum. 🙂
      Öpüyorum seni çok

  3. ELİF sarı diyor ki:

    Aaa, bak sen yokken olan şeylerden biri de benim artık 2 blogumun olması çünkü Ayın Aydınlık Yüzü 'nü kapattım. Uğrar mısın bir ara? Epey iyi kitaplar okudum son zamanlarda.

    • özlem öztürk diyor ki:

      Uğrarım tabii niye uğramayayım? Hatta birazdan gelip seni izlemeye başlayayım hemen. Bu aralar iyi kitaplar okuyanları kıskanıyorum. Ben yeni yeni başladım. Kaç aydır ne zaman elime bir kitap alıp okumaya çalışsam kelimeler kafamın etrafında kendi başlarına geziniyorlardı. Neyse ki şimdilerde anlamlı cümleler kurabiliyorlar.
      🙂

  4. Leylak Dalı diyor ki:

    Nihayet be, münzevi aramıza döndü. Özlettin kendini Şirine, öyle alışmışız ki sevdiğim dostlar uzun süre yazmayınca aileden biri yurtdışına çalışmaya gitmiş gibi hissediyorum (eskiden Alamanya idi, şimdi Arap elleri 🙂
    Yaz sen yaz, aklına ne gelirse yaz, öptüm seni…

    • özlem öztürk diyor ki:

      Yurtdışına çalışmaya değil de avarelik yapmaya gitmeyi çok istiyorum. Oralardan yazsam keşke 🙂
      Baktım ki seyahat falan yazamıyorum bu aralar içimden geçenleri yazayım dedim. Paris iyi geldi yine. Gidince önce çok sevindim. Dönerken yine çok sinirliydim. Şimdi iş ile ev hali arasında bildik hayatımı yaşıyorum. Televizyon olmadan. (Malum bazı seslere hiç mi hiç tahammül edemiyorum.) Sen de yazdığım yazıya hemencecik bir yorum yazınca şimdi sevindirik oldum. Pek bi' önemli bişi yapmışım gibi. Umarım aranıza dönmüşümdür bu arada. Kendime de yazacam diyorum yazamıyorum gari :=)
      Öpüyorum seni çookkk.

  5. Yolcu diyor ki:

    Özlüyorum sen yazmayınca… Aslında sen yazınca, farkında olmadan:) benim de yazmamı tetikliyorsun. "Dünyanın her köşesinde aynı zevklerin etrafında dolanıp dursam da ne çok güzel şey var dile gelecek." Bu aralar defterlere, kalemlere, kitaplara, klavyelere elim gitmese de, hissettiğim tam anlamıyla bu cümlede saklı.

    • özlem öztürk diyor ki:

      Yazsana sen de! Ne güzel olur. Bu arada ben de yazmıyorum. Hatta yukarıda da anlattığım gibi okumuyordum bile. Ama olmuyor öyle de! O yüzden bir yerden başlamak istedim. Böyle olmayacak. Ülkede gündem hiç iyi olmayınca hepimizin morali bozuluyor ama ben artık dinlemeye dayanamıyorum. Son birkaç ayımı çok mutsuz geçirdim. Kendimi iyileştirmek adına her şeyi görmemezlikten gelmeye karar verdim. Yoksa hasta olacağım. Ufak ufak kitabımı okuyor, yudum yudum çayımı içiyorum. Biraz daha içime dönerek kendimi sağaltmaya çalışıyorum.
      ''Sen de yaz!'' diyorum o yüzden. Hem kalemin de güzel. Kelimelerin yerli yerinde. Ne yapsan? Yeniden mi başlasan yazmaya, ne dersin?
      Sevgilerimi yolluyorum.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir