Apartman Sohbetleri #2

Çocukluk Eğlenceleri
Dayanamayıp meydan okumanın ikinci sorusunu da cevaplayacağım. Bu arada 52 Liste Projesi için de yarına hazırlamam gereken bir yazı var. Tüm gün gezdikten sonra hangi birini yetiştireceğim bilinmez ama olsun. Paşa gönlüm böyle istiyorsa böyle yapacağım.
Ben Küçükyalı’da büyüdüm. Bana göre nefis bir yerdi büyüdüğüm yer. Bir kere sevgi dolu bir yerdi. Komşuluk vardı. Herkes birbirini tanırdı. Çocukluğumla ilgili ilk anılarım yine oturduğum apartmana gelip dayanıyor. Apartman sakinlerinin kız çocukları apartmanın merdivenlerinde evcilik oynardık. Biz üçüncü katta oturuyorduk. Tam dördüncü kat merdivenlerinin başında. Dördüncü kat yani apartmanın çatısı camla kaplıydı. Gökyüzü olabildiğince gözükürdü o boşluktan. Bu yüzden apartmanın üst iki katı da aydınlık olurdu. Biz de bu katın merdivenlerinin başına bir kilim serer, minyatür çay setimizi, mini minnacık mobilya takımlarımızı alır oyun oynamaya dalardık. Gelen geçen de bir şey demezdi bize. Aşağı inenlere, yukarı çıkanlara sorardık: Ne içmek istersiniz?
Mahalle hayatımız var tabii bir de!
Bizim mahallenin aşağı mahalle ile yaptığı maçlar. Büyükler biz çocukları alır, tren yolunun arka tarafındaki boş araziye giderlerdi. Bizim mahallenin gençleri, aşağı mahallenin gençleriyle maç yaparlardı. Allahım nasıl eğlenceli olurdu o maçlar? Şimdi tam da bu maçları anlatırken aklıma Milliyet Gazetesi’nin düzenlediği müzik yarışması geldi. Okulca toplanır, yarışan arkadaşlarımızı ve okulumuzu desteklemek için büyük spor salonlarında yapılan yarışmalara giderdik. Ah eski günler ahhh!
Gelelim kişisel eğlencelerime. Bir kere benim kendimden bir buçuk yaş küçük bir kız kardeşim vardı. Daha ne olsun değil mi? Onunla oynardım. Büyüme çağımızda babamla olan tartışmalarımızın öncülüğünü hep ben yapmışımdır. O tartışacak pozisyona gelene kadar onun önündeki kapıları açmış olurdum. Ama eğlence anlayışımız farklılık gösterirdi. Ben okulu da oturup saatlerde ders çalışmayı da çok severdim. O ise eski Türk filmlerine bayılırdı. Hâlâ da öyledir. Filiz Akın’lı, Gülşen Bubikoğlu’lu, Kadir İnanır’lı filmler ne zaman televizyonda milyonuncu kez gösterilse bizimki ekranın başındadır.
Küçük bir odamız vardı onunla. Karşılıklı iki yatak, bir gardrop, iki başucu dolabı, bir de çalışma masası. Kuytu bir odaydı ve apartmanın boşluğuna bakardı. O odayı ve loşluğunu ne zaman hatırlasam içim sevinçle dolar. Başucu lambasını açar ve kitap okumaya dalardım. Hatırlar mısınız bilmem Serhat Yayınları vardı. Bu yayınevinin kitaplarına bayılırdım. Heidi, Polyanna, Sevimli İkizler
Sonraları Altın Yayınları’nın ciltli kitapları çıktı. Kadınların mücevhere duyduğu aşk gibi bir aşktı benim bu kitaplar için hissettiklerim. kabul etmek gerekirdi çok havalıydı bu ciltli kitaplar. Sert cildin üzerindeki parlak kuşe kağıda basılmış kabı çıkartır, buruşup yıpranmayacağı bir yere kaldırır, kitabı bitirdikten sonra da bu kabı tekrar cildin üzerine geçirirdim. Ne mesut saatler geçirdim bu kitaplarla. Yeri gelmişken Enid Blyton‘u, Afacan Beşler’i, Yediler’i anmazsam olmaz. Yıllar sonra Enid Blyton’un kadın olduğunu öğrenince şok geçirmiştim. Bir de huysuz bir kadınmış, biliyor musunuz?
Sonraları annemin Kerime Nadir’lerine ve Agatha Christie‘lerine dadandım.
Çocukluğum geçtiği loş odada ne çok kitapla dostluk kurduğumu anlatamam.
Çocukluk eğlencelerim de büyümüş halimin eğlencesinden pek farklı değilmiş aslında. ?
Şimdi artık bu yazıyı sonlandırıp, ders çalışmak istemeyen Kuzey’e gaz vermem ve 52 Liste Projesi için yarınki yazıyı yazmam gerekiyor.
Öperim efenim ?

Blog yazılarımdan e-posta ile haberdar ol

Yorum yazmak için tüm yorumların altındaki alanı kullanabilirsiniz.

Apartman Sohbetleri #2” yazısında 2 düşünce

    • özlem öztürk diyor ki:

      Komşuluk diye bir şey vardı tabii. Apartmandaki herkes için bakkala giderdim. Gitmemek mi? Apartman komşularımızdan birine ters bir cevap vermek mi? Hahaha. Düşününce bile annemin pörtleyen gözlerini üstümde hissediyorum 🙂

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir