Yazının böyle bir yanı var işte, unuttum dediğin anılar hiç beklemediğin anda su yüzüne çıkıyor.
Paris’te dolaşıp, timsahların sarı gözlerinde kaybolduktan sonra beni doyuracak bir kitap okumak istedim. Çoğu insanın Karl Ove Knausgaard‘dan hoşlanmadığını daha önce yazılan yorumlardan fark ettim ama ben yazarı çok sevdim. Yazdıklarını edebi bulduğumu söylemem şart. Edebiyat nedir, hangi yazın türü edebidir tartışmasına girmeden şunu söyleyeyim yeter: Kitap benim edebiyat anlayışımı karşılıyor. Kolay akmayan, çoğu zaman düşündüren, bazen biraz uzatmış mı bu konuyu dedirten sayfalar olsa da her satırından samimiyet ve dürüstlük akan bir anlatı olmuş bu seri. Üçüncü kitap da okunacaklar listemde. Okurken İsveç’te gezinmek, Norveç’e yolculuk yapmak, yazarın küçük çalışma evindeki yazım aşamalarına ortak olmak, sıkıntılarını dinlemek çok güzel. Aşık Bir Adam, bana çok iyi geldi. Umarım okuyan herkes de benim gibi düşünür.
İnanır mısınız kitaptan geriye bende bir şey kalmadı. Kolayca okuduğumu, okurken kitabın beni sıkmadığını hatırlıyorum. Kuveytli bir babanın evlerinde çalışan Filipinli hizmetçiden olan çocuğunun ne annesinin vatanına ne de babasının vatanına sığamamasının öyküsü yarım yamalak aklımda. Tavsiye eder misin derseniz, “Yok, zamanınızı başka bir kitaba harcayın.”? Joyce’un Kızı- Annabel Abbs
Bu kitabın peşinden yazarların hayatlarına olan düşkünlüğümden olsa gerek
James Joyce’un kızının yaşamını anlatan kurgu bir kitaba başladım.
Kitabın Paris’te geçiyor olması baştan artı bir puan almasını sağladı. Bildiğim yerler, önünden geçtiğim mekanlar, tadını anımsadığım yemekler ve okuya okuya öğrendiğim Paris hayatı. Her bir satırı Paris gibi keyifli geldi. Joyce’a ve eşine sinir oldum. İyi yazar olmak, iyi ebeveyn olmak anlamına gelmiyor elbette. Yine de sanatsal anlamda iyi yerlere gelmiş olan insanların başka bir duyarlılık taşımasını bekliyorsun; hayal kırıklığına uğruyorsun. Hayat, her zaman beklentileri karşılamıyor elbette. Benim gibi edebi kahramanlardan hoşlanıyorsanız bu kitabı okuyun derim.
? Hurda Köşkü- Edward Carey
Kırmızı Kedi’den çıkan bu kitabın kapağına vuruldum öncelikle. 1800’lü yıllarda Londra‘nın dışındaki bir hurdalığın sahibi tuhaf bir aile hayal edin: İremonger Ailesi. Bu ailenin her bir ferdinin garip bir özelliği var. Mesela kitabın kahramanlarından Clod İremonger, nesnelerin sesini duyabiliyor. Kapı kolu, çeşme, duvar saati konuşuyor. Fantastik bir gençlik romanı. Kitap, birçok ödül almış ama ben sevemedim. Hikâyenin kendisinde beni rahatsız eden bir şeyler vardı ve okurken içim sıkıldı. Peki, kitap kötü mü? Hayır, bunu söyleyemem. Tek diyebileceğim kitabın ruhu ile benim ruhum buluşamadı. Hepsi bu.
? The Opposite of Loneliness- Marina Keegan
Bu kitabı blogda anlatmışım gibi hissediyorum. Hah şurada. Hikâyesi yani. Kitabı nasıl aldığımın, nasıl keyifle okuduğumun, nasıl üzüldüğümün. Kendi adıma bu sene okuduğum en iyi kitaplardan biriydi çünkü hayatın içinde geçen hikayeleri seviyorum. Acıyı çok fazla yüceltmeyen, olduğu şekliyle anlatan, hayatın akışının içinde kaybolan anlatılar. Günlük yaşamın fark etmediğimin izleri. Yazarın Yale Üniversitesinden mezun olduktan beş gün sonra ölmesi de Marina Keegan‘ın bu hayata emanet edeceği tek kitabını biraz daha yüceltiyor gözümde. Yazsa da okusak dediğim bir yazar daha kayıp gitmiş olmuş benim yaşamımdan. Günlük hikâyeler ve denemeler hoşunuza gidiyorsa mutlaka okuyun diyeceğim bir kitap Marina Keegan’ınki.
? Karanlık Kız- Elena Ferrante
Seveni sevmeyeni belli olmuştur artık Elena Ferrante‘nin. Ben seven gruptanım. Geçen senenin okuma serüvenimde iz bırakmış kitaplardan olmuştu Napoli Serisi. Hatta keşke bu kitapları ben yazabilseydim diye iç geçirmiştim. Peki bu incecik kitap bana aynı zevki verdi mi? Tam anlamıyla değil. Kısacık bir şeydi çünkü. Romanın kahramanı kadın fazla cüretkardı. Kitabın her satırında gergin bir halde her şeyin ortaya çıkmasını bekledim. İnsanların düşünmeden yaptığı nice hareketin doğasındaki utanç duygusu hakimdi kitabın tümünde. En azından benim için. Sonuçta yazar dilediği şey buysa eğer, okuru tüm yazı boyunca tetikte tutmayı başarmış. O yüzden kitap benim için okunması gereken kitaplar listesine girdi.
? Gölün Dibindeki Ev- John Malerman
İtiraf etmem gerekirse John Malerman kimdir bilmiyorum. İlk defa okudum. Kitabın kapağına gördüğüm anda vurulduk. Bir gece yatağıma uzanıp kitabı elime aldığımı çok net hatırlıyorum. Bir süre okuduktan sonra gözlerimi loş odanın içinde gezdirdim ve kitabı başucuma kaldırdım. Yok, bu kitabı gece vakti okuyamayacaktım. Gerim gerim gerilmiştim. Fakat şunu söylemem gerekir ki kitaba bayıldım. bir gerilim kitabı bu kadar mı güzel yazılır. Kesinlikle ben de yer eden bir kitap oldu. Kitabı düşündüğümde bile kitabı okurken hissettiklerimi anımsayabiliyorum.
? Acı Çikolata- Laura Esquivel
Geçmiş senelerde bu kitabı okumuş ve çok beğenmiştim. Bu sene içinde içinde mutfak geçen bir hikâye yazmak istedim. Biraz da büyülü gerçeklik olmalıydı. Ve hikâyenin içinde kaybolmuştum ki çalışma odasına gidip raftan bu kitabı çekip elime aldım. Amacım birkaç sayfa okumak, anımsamak için yazım diline şöyle bir göz atmaktı. Tabii ki kitabı yine elimden bırakamadım. Ne olduğunu anlamadan kitabı bitirdiğimi fark ettim. İçinde mutfak, aşk, büyülü gerçeklik ve kokuların geçtiği çok güzel bir roman Acı Çikolata. Hâlâ okumayan kaldıysa hemen alıp okusun.
? The Idiot- Elif Batuman
Bazı yazarlar vardır ve onların sadece sizin için yazdığına inanırsınız. İşte o yazar benim için Elif Batuman. Amerikada doğmuş büyümüş, Harvard Üniversitesinde okumuş, Stanford Üniversitesinde ders veren, The New York Times’ta yazan bir Türk kızından bahsediyorum. Bana böyle birini anlattığınız zaman inanın ki gururdan göğsüm kabarır. Elif Batuman’ı öyle seviyorum. Keşke karşımda otursa ve beraberce bir kahve içebilsek. Türkçe’ye çevrilen ilk kitabı Ecinniler’i uzun süre elimden bırakamamış, okuduğum çoğu paragrafın peşinden de defterimi açıp bir şeyler karalamıştım. Benim için yazdığı her şeyde ilham kaynağı olan bir şeyler vardı. Sanki benim için yazıyor ve bana bir şeyler anlatmak istiyordu. Yazısındaki doğal akışa her seferinde hayran oluyordum. Sonra IG’de New York’taki Strand Bookshop‘da imza günü olduğunu gördüm. Yeni bir kitap yazmıştı. Hemen Amazon’dan sipariş verdim. Kitap elime ulaşır ulaşmaz yaptığım her işi bir kenara bırakıp üniversite yıllarını anlatan Türk kızı Selin’in hikâyesi içinde kayboldum. Çok keyif aldığım nefis bir okuma oldu Elif Batuman‘ı okumak.
? Aşk ve Cinayet Tarifleri- Sally Andrew
Güney Afrika’da geçen bir hikâye. İçinde dedektiflik, cinayet, aşk ve yemek var. Basit bir dille yazılmış ama benim beğenerek okuduğum bir kitap oldu. Ben ilkbaharın ilk günlerinde okuduysam da aslında tam bir yaz kitabı. Bir de Güney Afrika’nın bunaltıcı sıcağını düşünürseniz aslında bu kitap deniz kenarında daha iyi gidebilir. Yalnız kitabın kahramanı kadın kitap boyunca o kadar çok yemek yapıp o kadar çok yemek yedi ki kendisine hayran oldum. Kitap boyunca ne kalori aldı kadıncağız yahu diye düşünmeden edemedim. Siz siz olun, kitabı okuyun ama okurken kahramanın gazına gelip onun gibi yemeyin. Yoksa kitabı bitirene kadar rahat iki kilo alırsınız.
? İhanet- Camilla Grebe
İhanet yazarın ilk kitabıymış. En sevdiğin polisiyeler ne derseniz size kesinlikle İskandinav polisiyeleri diye cevap veririm. O yüzden Stockholm’de geçen bu kitabı da çok severek okudum.
Haziran ayının başına kadarki okuma serüvenimi burada toparlamaya çalıştım. Bakalım içinde bir yolculuğun olduğu haziran ayında beni hangi kitaplar bekliyor?
Sizin bana önereceğiniz kitaplar var mı bu arada?
Kavgam serisini ilk kez birkaç olumlu yorum okuyunca fark ettim Sonra Sabit Fikir tarafından yılın en iyi 50 kitabı arasında seçildiğini öğrendim ve merakım arttı. İlk üç kitabını aldım. Kitabı aldıktan sonra takip ettiğim birkaç blogda olumsuz yorumlarını gördüm. Sanırım insanların ya çok beğendiği ya da hiç sevmediği bir seri. Ben hangi tarafta olacağımı çok merak ediyorum. Umarım severim.
Şule Hanım, benim okuduğum en iyi kitaplardan biriydi ama kolay okuma değil. Yazım tarzı falan değil kitabı zor okutan. Ben ara ara hep kitaptan başımı kaldırıp düşündüm. Kalemi elime alıp birçok yerin altını çizdim. Hatta defterimi açıp yazdım. Fransız filmlerinden, bir filmin içinde hayatın bir parçasını anlatan sahnelerden hoşlanıyorsanız seversiniz. Ben çok sevdiğim kitapları herkes sevsin istiyorum ama öyle olmuyor elbette. 🙂
Bakalım ne düşüneceksiniz. Merakla bekliyorum.
Yahu topu topu iki tanesinde pişti olduk, biri de zaten Acı Çikolata, ikinci okuyuşunmuş. Denişik kitaplar okumuşsun yinge, teprik ederim. Ben de bugün yarın bir Haziran okumaları eklerim bloga. Bu diz ağrısı acaip işe yaradı okuma açısından, 17 kitap okudum sanırım bu ay, kendime pes dedim 🙂
Diz ağrın tez zamanda geçsin artık. Haziran okumalar daha da hafifti. Ruhumun hafiflemeye ihtiyacı vardı. Paris'te, Paris'i anlatan hoş kitaplarda gezindim durdum. Temmuz ayında elimde hala aynı kitap. Hava sıcak, işe dönmek sıkıcı. Yaşıyoruz işte öyle. Ağrıyan dizinden öperim seni.
Norveç deyince okumadıysan şu Ejderha Dövmeli Kız serisi de harikadır.
Ejderha Dövmeli Kız'ı yedim, yuttum. Sonra Selçuk' a dedim ki, "Hadi kalk İsveç'e gidiyoruz." Romanda evinin geçtiği yerlere gittim, kapı zilini çalıp ardıma bakmadan kaçtım. 🙂 hatta yanılmıyorsam bununla ilgili bir blog yazısı bile yazdım. Okumadın mı yoksa? :)))))
Öperim seni çok
aBOOVVV, okumamış olamam hemen tarayayım blogunu. Çok iyi geldi ekrandan da olsa tarafından öpülmek, teşekkürler
Ya oldu mu şimdi?? Şu Knausgaard'ı bana tekrar okutacaksın:))
Gölün dibindeki evi çok merak ettim, iyi gerilime bayılırım.
Ecinniler Meltem Gürle'nin de favorilerinden, Kırmızı Kazak'ı okudum okuyalı listemde:)
Sevmedin sen onu. Her seferinde aklıma sen geliyorsun. Ben öylesine severek okuyorum ki. Türkçeye çevrilen diğer iki kitabı da aldım hemen. Sanırım sonbahar-kış okuması yapacağım. Uzun uzun anlatması beni ne hayallere daldırıyor bir bilsen. Ruhunu okuyucuya açması, dürüstlüğü. (Etrafındakilere yaralasa da) Ne bileyim. Çok sevdim ben arkadaşı. Ecinniler ve The Idiot… Elif Batuman keşke hep yazsa da ben de hep okusam. Ne güzel olur. 🙂