Bir blogda ne okumak istersiniz?

Bir blogda ne okumak istersiniz?

Bu soruyu size olduğu kadar kendime de soruyorum çünkü son zamanlarda blogda bir şeyler yayınlamakta zorlanıyorum. Hepimiz aynı gemideyiz ve her gün aynı hayatı yaşıyoruz. Klavyenin başına oturunca ister istemez dertler dile geliyor. En azından benim için öyle oluyor. Aklımda bir sürü düşünceyle masanın başına geçiyorum ama parmaklarımın ucundan pandemiye, sıkıntılı iş hayatına, insan yokluğumuza, nerdeyse iki senedir evde oturan çocuğuma dair bir şeyler dökülüyor.

Bir blogda ne okumak istersin?
Bir blogda ne okumak istersin?

Dün akşam instagram sayfamda gerilere doğru baktım biraz. Twitter’a haber almak için bakıyorum ama benim görece sevdiğim yer instagram. Kimi gıcık insanların tersine orada paylaşılan kitap yanı kahve, çay fotolarına bayılıyorum. Arkadaşlarımın hayatlarına kattıkları hobilerini izlemek hoşuma gidiyor. Mesela Server bir gün ansızın resim yapmaya başladı ve şimdi yanılmıyorsam ikinci sergisini açmaya hazırlanıyor.

Sosyal medyada hayat

Güzel restoranlar keşfetmek, insanların gezdiği yerleri onlarla birlikte dolaşmak da nefis. Ama biraz muhafazakar bir yanım var sanırım. Sosyal ortamlarda olmaya elbet hepimiz çok alıştık ama ben yine de ailelerimizin evinde gördüğümüz o zarif tavır ve davranışları arıyorum sosyal medyada da. Kahvaltı sofrasına pijamayla oturmamak gibi minik şeylerden bahsediyorum. Ben seviyorum ailemden öğrendiğim bu minik şıklıkları. Bikinili mayolu fotolar fazla geliyor bana mesela. İşimiz bu değilse eğer gerçekten gerekli mi diye düşünüyorum. Yaşlanıyoruz, yaşlanmamak için çabalıyoruz ama yapacak bir şey yok değil mi? Olduğumuz gibi olalım, kendimizi tuhaf durumlara düşürmeyelim istiyorum. Elbette, isteyen istediği fotoyu paylaşır ama yaralarımızla, en doğal halimizle güzeliz gibi geliyor.

Yine nereden nereye geldim? Kendimle konuşurken bile araya laf karıştırıyorum.

Bir blogda ne okumak istersiniz?

Aslında diyeceğim şuydu: İnstagramda eski paylaşımlarıma ve altına yazdıklarıma baktım. Ne kadar severek bir şeyler paylaştığımı görünce şaşırdım. Samimiyetime, mutluluğuma hayret ettim. Orada günümü anlatmak, yaşadığım minik şeyleri dile getirmek, “Bloga yeni yazı yazdım hey ahali!” diye sevinç çığlıkları atmak beni çok mutlu etmiş. O günlerle şimdiyi karşılaştırınca içimde aynı coşkunun olmadığını görüyorum. Dünya tersine dönmüş gibi. İçinde olduğum günü bir şekilde atlatsam da o hayat sevincimi kaybetmişim, bloga yazı yazmak için ölüp bittiğim zamanlar geride kalmış, sonu gelmeyen-asla tatmin etmeyen işe gidip gelmişim ve akşam oğluma kocama kavuşup günü sonlandırır olmuşum.

Hepimizin sığınağı evlerimiz olmuş, evin duvarlarının ardında da kocaman bir dışarısı.

Pandemiden öte hayatımız?

Elbette hepimiz gibi benim de yaşamımda çok şey değişmiş. Ne olmuş peki? Pandemiyi ve hayatımıza getirdiklerini bir kenara bırakıyorum. Pandeminin içinde kocaman, hiç yaşanmamış yıllarımıza var. İşin o kısmı hepimiz için bir travma ama onun dışında da değişen çok şey var. Kuzey büyüdü mesela. Senelerin bu kadar hızlı geçeceğini asla düşünmezdim. Mesela en çok oğlumun bu kadar çabuk bir yetişkin olmasına üzülüyorum. Bize öğretileni, dayatılanı yaşıyoruz hepimiz. Bitmeyen sınavlar, dersler, ödevler, en iyi notu alma kaygısı içinde durmadan çalışarak okuyarak geçen yıllar… Sonunda hepimiz mutlu olmak istiyoruz ama bunun için hayatımızın en güzel yılları geçip gidiyor. Bir de bu yıllarını çalışmadan geçirenler var ki onlar için de hayat ayrı bir mutsuzluk konusu. Bir çocuk müzisyen de olabilir nihayetinde, dansçı da! Ama o da zor bu ülkede. Tıpkı benim jenerasyonumda olduğu gibi bunca okumanın, çalışmanın ardından onlar da mutluluğu başka şeylerde arayacak, sosyal medyadan bir gün birçoğumuz gibi şu mesajı paylaşacaklar: Bugün itibariyle mutsuz olduğum kurumsal yaşamımı bırakıyorum.

Soruyorum size hayatın anlamı ne?

Hadi işi, gücü bir kenara bırakalım.

Ben mutluluğu filmlerde, kitaplarda gördüğüm hayatlarda arıyorum. Bazen tek bir sahnede, tek bir diyalogda, nehir kıyısında yapılan bir yürüyüşte. Before Sunrise filmindeki uzun tren yolculuğunda mesela ya da yine aynı seriden gidecek olursa Before Sunset filminde Paris sokaklarındaki aksak yürüyüşte… Murakami okurken Charles Nehri kıyısında koşan kaç kişi var mesela? Ya da Central Park’ta uzun bir yürüyüşün ardından çimenlere oturup geçen günü seyreden?

Mutluluk hep küçük şeylerde aslında. Parayı, pulu küçümsemiyorum, kimse yanlış anlamasın. Parasız hiçbir şey olmuyor. Amma ve lakin, parası olup da çok mutsuz olan insan da var. Hem de azımsanmayacak kadar çok. Telefonlarının ya da bilgisayarlarının klavyesinin başına oturup mutsuzluklarını birilerinin mutluluğundan çıkarıyorlar. Hepimiz tanıyoruz onları, değil mi?

Biz kendi mutluluğumuza bakacağız. Kendi küçük evrenimizde, sevdiğimiz insanlarla birlikte yaşamanın bir yolunu bulmalıyız. Dediklerimin çaresini, çözümünü bilmiyorum ama kendime bile itiraf etmediğim bir alt metinde içimi kemiren minik kurdu görüyorum. Neşeli fotoğraflar paylaşmadığımı, paylaştığım fotoğrafların altına da yazacak cümleler bulamadığımı fark ediyorum.

Gerçek şu: 2021 Ağustos ayına gelmişiz. Sonbahar fotoğrafları paylaşmamıza az kalmış. Hayat gelip geçiyor yani. Size akıl veriyor gibi görünmek istemem. Sözüm kendime!!!

İpin ucunu bir yerden yakalamak dileğiyle.

Sahiden bir blogda ne okumak istersiniz? Asıl sorum buydu değil mi benim?

Bir zahmet yazar mısınız?

 

Blog yazılarımdan e-posta ile haberdar ol

Yorum yazmak için tüm yorumların altındaki alanı kullanabilirsiniz.

Bir blogda ne okumak istersiniz?” yazısında 10 düşünce

  1. buket diyor ki:

    Merhaba Özlem,
    Uzun zamandır yazmıyordun hatta sevdiğim bir çok blogger gibi artık seninde yazmayı
    bıraktığını sandım. Ne iyi ettin döndün, canım ne okumayı seviyorsak onu takip ediyoruz
    zaten. her blogun her insana hitap eden yönleri var. yeni nesil bloglar mesela kore dizileri ya da
    çerezlik kitapları tanıtanlar, ürün reklamları yapanlar, moda blogları ne uzak bana. yaşa
    bağlı galiba artık huzuru arıyoruz. hem hayatta hem sanalda. oturduğum zaman blogların başına
    iki güzel görüntü koysun biraz gündelik konulardan dertlensin biraz gezdiği yerleri anlatsın hoşuma
    yetiyor işte. zaten ben de böyle yapıyorum. blog yazmak hiç bitmesin
    istiyorum. sadık bir blogçuyum biliyorsun 🙂 instagramda da öyle. beğendiğim
    bir şeyi hemen paylaşırım. hayat iyice berbat oldu bari sanal alemde buna
    yenimeyelim

    • Özlem Öztürk diyor ki:

      Hayat sahiden bir tuhaf! Stresten ölecek gibiyim. Kalbimin atış hızı bile değişti. İş, Kuzey’in okulu, üniversite başvuruları, notlar derken kendi hayatımı değil onun hayatını yaşıyorum. İşin kötü yanı onu da strese sokuyorum. Bu sene bayram önüne bir hafta bağladım;bayramla birlikte 2 hafta tatil yaptım. Hepsi bu. Yeter mi? Normalde yeterdi ama şimdilerde yetmiyor çünkü bu zamanın dışında hiçbir yere gitmiyoruz. Hayat önümüzden akıp gidiyor ve biz evde oturup camdan dışarı bakıyoruz. Oturup bir kahve bile içemez hale geldi. Sanki her yer mikrop kaynıyor.
      Blog yazmayı seviyorum sevmesine de hayatım daralınca sanki yazacaklarım da daralmış gibi geliyor. Bilmiyorum.
      Sonbahar da geldi bak. Dayandı kapıya 🙂
      Yazılarda buluşalım bari.
      Öpüyorum

  2. Aksam sefasi diyor ki:

    Merhaba Özlemcim, valla bazi blog yazarlari ne yazarsa yazsin okurum. Bunlardan biri de sensin. Ben de senin gibi düsünmekten bloga yazamaz oldum. 3 ay önce yazmisim en son. Oysa bu üc ay icinde bazen cok güzel, bazen daha az güzel seyler oldu yazmaya deger. Ama iste son iki yildir yasananlar, ve hic bitmeyen olumsuzluklar sisilesi nedeniyle ne yazi yazabiliyorum, ne istedigim gibi ig de foto paylasabiliyorum. Hep cekine cekine yapiyor ara sira bir seyler ekliyorum. Eskiden böyle miydi?

    Evet, ben de son iki yildir resim sanatina yöneldim. duygularimi orada disari vurmayi deniyorum. Yanilmiyorsun, bu hafta sonu Cumartesi – Pazar ikinci sergimizi aciyoruz diger üc kadin arkadasimla birlikte.

    Icinden geldigi gibi yaz. Okunuyorsun. Özleniyorsun…

    • Özlem Öztürk diyor ki:

      Özlendiğimi bilmek güzel.
      Yaşam buralarda çok daraldı gibi geliyor bana. Hafta sonları bir şeyler yapardık mesela. Geçen haziran ayının başından beri işe gitmeme rağmen İstanbul’da kafe- restoran gezmiyoruz. Hayat sadece evimizde akıyor. Evimiz de güzel, tamam itiraz yok ama, bir şey var bize evden dışarı adım attırmayan. Doğaya çıkalım istiyorum. Dağlara, ormana gidelim. Ama sanki arabamıza atlayıp yollara düşersek, hastalığın içine, kalabalığa doğru gidecekmişiz gibi bir düşünce, hep bir erteleme, ileride yaparız hali….
      Yazsam, yazsak daha iyi olacağız belki.
      Ruh halim kimseyi umursamamamı söylüyor. Artık ülkede olanları düşünmek istemiyor, günlük mutluluklarımı paylaşıp onlarla oyalanmak istiyorum.
      Sergi için tebrikler. Müthiş gidiyorsun. Yolun açık olsun.

  3. Arzu Tırak diyor ki:

    Nihayettttt, hoş geldin.Ben günlük olaylar karşısındaki duygularını ,coşkunu, hüznünü, özünü okumayı seviyordum, cümlelerinde kendimi bulmayı,ben de böyle hissediyorum işte,demeyi özledim.

    • Özlem Öztürk diyor ki:

      Arzu,
      Hoş bulduk. Tuhaf zamanlardan geçiyoruz. Ama atlatabilecek miyiz bilmiyorum. Son birkaç sene sıkıntılar üstümde çok ağırlık yapmaya başladı. Eskiden bir şekilde kalkardım altından. Şimdi zor geliyor. “Daha kötü ne olabilir ki?” dediğimiz her günün ardından başka bir şey oluyor. Şaşırmaz olduk olanlara.
      Ben de içimdeki beni arayıp duruyorum. Karanlık, kuytu bir köşeye kaçtı çıkmıyor inatçı. Yukarıda yazdığım şeylerde (ig’de eski paylaşımlara bakmak) çok samimiydim. Yahu içim sevinç doluymuş benim bir zamanlar. Paris’e bilmem kaçıncı kez giderken ilk kez gidiyormuşum gibi heyecanlanır, bir kafede bir bardak kahve içip dünya aleme de duyururmuşum ben çok mutluyum diye. Eee, çok da mutluydum gerçekten. :)))
      Yazmak, sağaltıcı bir eylem benim için. Keşke hem içimdeki sesi, hem de sizin sesinizi duyup daha çok yazsam. Niyet ediyor ama niyetime sahip çıkamıyorum bir türlü.
      Yorumun için çok teşekkürler. Yazıdan çok yorumlarınız mutlu ediyor beni. Tıpkı eski günlerdeki gibi size yazacağım birkaç satırı düşünüp, “öğle arasında çayımı içerken cevap yazarım.” diye heyecanlanıyor. Velhası çayımı yudumluyorum an itibariyle.
      Sevgiler, en içteninden.

  4. Leylak Dalı diyor ki:

    Valla yeter ki yaz, ne yazarsan okurum, çok kuraklaştı zira buralar. Oysa ki gerçek anlamda terapi yazmak. Ağlayıp sızlamadan, her şeyden şikayet etmeden, kendiyle ve olup bitenle dalga geçerek yazmak bir nebze rahatlatıyor insanı. Zira gerçek hayat gülle gibi ağır. Bazen insanın üstüne düşüyor, hem mecazen, hem gerçek anlamda. Bugün Fizik Tedavi’de, yanımdaki kabine bir genç adam geldi walkerle yürüyerek, üstüne 900 kiloluk bir platform düşmüş. Duyduğum an dilimi yutacaktım. Tüm omur çıkıntıları, kalçası, köprücük kemiği ve çenesinin bir bölümü kırılmış, 55 gündür tedavisi sürüyormuş, şimdi rehabilitasyona başlamışlar. Ölmemesi mucize. Dizlerim için sızlandığımdan utandım. Şurada bir dostun yazısını görmek onunla sohbet duygusu veriyor şu kısır ortamda. O yüzden kendimizi zorlayıp yazalım derim ve de sarılıp öperim uzaktan uzaktan :)))

    • Özlem Öztürk diyor ki:

      Kuzey ve Selçuk geçen haftalarda bir sosyal sorumluluk projesi kapsamında değişik bir müze gezisi yaptılar. Duymuşsundur ismini: Karanlıkta Diyaloglar. Görme engelli bir çalışanın sana eşlik edip bir saat boyunca çok karanlık bir ortamda (en ufak bir ışık yok dedi bizimkiler) yürüyüp, vapura, otobüse bindiği, sonunda bir kafeden içeçek bir şey aldığı, aldığı şeyin parasını ödemeye çalıştığı bir deneyim.
      Sadece dünyayı bir saat görmüyorsun, düşünsene bir saat.
      Çıktıklarında ikisi de ağlamış. Hayatımızda yaşadığımız en anlamlı bir saat dediler.
      Oysa biz, her şeye vızıldanıyoruz. Elbet vızıldanacağız da ara ara. Ama dediğin gibi anlamlı vızıldanmalar olmalı vızıldanmalarımız.
      İnsanız işte. Düşe kalka, sevine üzüle ilerliyoruz. Halimize daha sık şükretmeliyiz. Çok haklısın hayatımızı üzülmeden geçirmenin bir yolunu bulmak konusunda.
      İnşallah üzmediğim, sızlanmadığım, kendimle bol tarafından alay ettiğim yazılar yazarım. Kenimle alay edince çok tatlı oluyorum ben, bilesin.
      O ameliyatlı iki dizden öperim. Söyle onlara hemencecik iyileşsinler.

  5. Sonat diyor ki:

    Özlem’cim, seni tanımama sebep, hayal ve hayat dolu yazılarını özlüyorum elbette. Yaşama sımsıkı tutunmuş halini, bitmeyecekmiş gibi duran merakını, heyecanını, tüm bunları samimiyetle paylaşma tarzını… Ama son iki yıldır yaşadıklarımızdan sonra, kim hiç bir şey olmamış gibi yoluna devam edebiliyor ki. Haklısın, günlerle birlikte hayatımız da elimizden kayıp gidiyor. Melisa Kesmez’in “Bazen Bahar” kitabındaki öykülerden birinde harika bir cümle vardı. “İnsan kabuklu böcek gibi bir şey, baktı dışarıyla baş edemiyor, kaçıveriyor içeri” demişti kahramanlarından biri… Bir çoğumuz aynen böyle yaşıyoruz uzunca bir süredir. Dışarısı üzerimize geldikçe, kendi huzurumuzu bulduğumuz iç dünyamızda alıyoruz soluğu… Ben senin yazdığın her şeyi merakla ve aynı duygudaşlıkla okuyorum. Bence yazmak seni bu kadar mutlu ediyorken, içinden gelen ne ise onu yaz. Yeter ki yaz, ne olur yaz… Yaz işte.
    Dostlukla…

    • Özlem Öztürk diyor ki:

      “İnsan kabuklu böcek gibi bir şey, baktı dışarıyla baş edemiyor, kaçıveriyor içeri” Bu nasıl güzel bir cümle yahu. İstiridye olmayı tercih ediyorum, midye değil haberin olsun. Gerçi midye dolmaya da bayılırım. Ama havalı olayım istedim. Bir istiridye :))
      Ya güldüm biliyor musun? İstiridye olma fikri hoşuma gitti. Aklıma gelen kabukluların sadece midye ve istiridye olmasına ne dersin? Ama şaka bir yana, sanırım hepimiz aynı durumdayız. Konuşmuyor, gülmüyor ve geçip giderken dönüp bakmıyoruz o uğruna methiyeler düzdüğümüz hayata.
      Yorumların hepsi ayrı ayrı çok iyi geldi bana. Yalnız olmadığını bilmek ve kendinde unuttuğun şeylerin sana hatırlatılması çok güzel bir şey. tıpkı yazıda da bahsettiğim gibi, eski ig postlarıma, “bu ben miymişim?” dedim kendime. Kendi yaşam sevincime şaşırdım yahu. Daha ötesi var mı?

      Senin sesini de duymak çok güzel bu arada. İg’de post falan paylaşmak tamam da, buradan bir yazının etrafında toplanmak başka bir şey. Aynı cümlelerin etrafında dans etmek :))
      İyi ki varsınız.
      Çok çok teşekkür ederim Sonat. Varlığın, sevgin ve hep cesaret veren sesin için.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir