Utangaç bir İsviçre şehri: Montreux…

Yüzümde kocaman bir gülümseme. Ayıptır söylemesi, o gülümseme benim yol halim, bir nevi azığım. Yoldaysam eğer, pişmiş kelle gibi sırıtıyorum. Üstüme bir pozitiflik ki yerleşiyor ki, sorma gitsin. Bazen bu duruma sebep, kendi kendime sinir oluyorum. Biri bana beni sorsa, düzeni ne kadar sevdiğimden falan bahsederim. Sabahleyin yatağın hep aynı tarafından kalkmayı, yatağın aynı köşesine ısrarla bacağımı vurmayı severim. Şimdi bu saatten sorma kendimi tekrar bulmaya çalışmak neden?
Lise yıllarındaki tarih bilgilerimize hızlı bir dönüş yapacak olursak Montreux’de, Boğazlar üzerinde Lozan’da kaybettiğimiz haklarımızı geri kazandığımızı hatırlarız. Anımsıyorsunuz değil mi? O zamanlar bu bilgileri öğrenmek ne zor gelirdi bana; oysa şimdi hatırlamaya çalışıyor, unutmamak üzere tekrar öğreniyorum.? Bu bilgileri sınıf ortamında öğrenirken, bir de kalkıp sınıfça Montreux’ya gelseymişiz, oradan da Lozan’a geçseymişiz ne güzel olurmuş.

Peki Cenevre’den Montreux’ye nasıl geldik?

 

Yağmurlu bir günde Cenevre’den trene bindik. Bir saat sonra Montreux’deydik. Buraya gelmekteki amacımız, buradan bineceğimiz Panaromik Tren’le pastoral bir gezinti yapmak. Üç tarafı camla kaplı bir trenden İsviçre’nin yeşile boyanmış doğasını seyredeceğiz. Ne yalan söyleyeyim, İstanbul’dan beni buralara bu trenle yapacağım gezinin düşü getirdi.

Montreux’den kalkan gezi trenlerinin biletlerini nereden alacağız?

Montreux’den kalkan gezi trenlerini Groupe MOB isimli bir şirket organize ediliyor. (Meraklısına duyurulur.) Elimde çıktılarla, şirketin tren garının içindeki ofisine doğru ilerliyorum. Suratsızlar Diyarı’ndan buraya düşmüş olan yaşıtım kızcağız hayata duyduğu tüm nefretini bilinmez bir sebeple üstümüze kusuyor. Bağırtıları arasında, internetten ödediğim ücretin sadece koltuk rezervasyonu yapabilmek için olduğunu öğrenip, hatırı sayılır bir para ödeyerek ofisten ayrılıyoruz. (Böylece koltuk rezervasyonları için 2 kişiye 28 Euro, biletler için de 2 kişi takribi 110 Euro ödüyorum.) Kızın karanlık suratı, nerdeyse beni trene binmekten alıkoyacakken, Selçuk’un hazır olda bekleyen sağduyusu hemen ortaya çıkıyor.
-Evet, biz buraya bu tren yolculuğunu yapmak için geldik.
İsviçre’nin pahalı bir yer olduğunu söylemiş miydim?
Yağmur nasıl güzel dokunuyor yüzüme. Bizi dağlara götürecek trene binmeden önce önümüzde Montreux’yi gezmek için tam 2 saat var. Montreux, her sene yapılan Caz Festivali ile göz önünde olan bir şehir. Temmuz ayının ilk iki haftası bu efsanevi festivale ayrılıyor. Şehir caz tınılarıyla dolup taşıyor.  Festivale gidecekler için otel rezervasyonlarını önceden yapmaları öneriliyor.
Ne yazık ki biz festivale yetişemiyoruz ama Cenevre Gölü’nün hemen kıyısında, küçük bir parkın içinde ünlü cazcıların heykelleri beni bekliyor. I-pod’um yanımda, cazcıların sesi kulağımda.

 

Önce B.B.King ile karşılaşıyorum. Yeşilliklerin içinde boynundan sarkan gitarı ve hafifçe yukarı kaldırdığı sol koluyla belli ki söylediği şarkının ortasında bir yerlerde.
Gönlüm hafif hafif yağan yağmurdan ıslanmasına el vermiyor ve Ella Fitzgerald’ın yanına koşup, şemsiyenin altına alıveriyorum kendisini. Hafifçe sarılsam, ne der acaba?

Ray Charles ve Aretha Franklin ise şarkı söylemekten çok yüzlerine sığdıramadıkları kocaman kahkahalarını savurmaktalar Montreux göğüne karşı.

 

Küçük parkın bir diğer tarafında Quincy Jones karşılıyor bizi.
Yağmurlu bir Montreux gününde, Büyük Cenevre Gölü kıyısında yürüyüş yapıyoruz. Gölün karşı kıyısı serpiştiren yağmur ve havayı saran pus yüzünden görülmüyor. Üzülmek bir yana, ortama böyle büyülü bir hava kattığı için havanın bize yaptığı azizliğe seviniyorum. Bence bu hava, insanın sevdiğine sıkı sıkı sarılması için güzel bir sebep. Hem seyircilerin hepsi, hep bizim seyrettiklerimiz. Ben böyle aşka anlamlar yükleyip dururken, yanımızdan bu havada koşanlar, spor yapanlar geçip gidiyor.

 

Gölün hemen yanıbaşında tüm şaşasıyla duran ”Montreux Palace” belli ki, şimdi onu uzaktan gözleyen tüm yukardaki cazcılara vaktiyle kapılarını onurla açmış. Bir gün bizi de karşılarsın belki diye geçiriyorum içimden, aşka geldim ya ne de olsa!
İstasyonun karşısına geri geldiğimizde, o çelimsiz ”istasyon karşısı kafe”sine giriyoruz. Montreux yolcuları üşüdü. Sıcak bir çaya, mideye inecek küçük lokmalara ve deftere düşülecek küçük notlara ihtiyaç var. İçeride mis gibi bir hamur kokusu var; anne evi gibi kokuyor burası.
Bu kafede Alplerin karşısında dinleniyorum; beni Alpler’in yamacına taşıyan treninim kalkmasına az bir zaman kala mutluyum, hem de çok mutluyum…

Blog yazılarımdan e-posta ile haberdar ol

Yorum yazmak için tüm yorumların altındaki alanı kullanabilirsiniz.

Utangaç bir İsviçre şehri: Montreux…” yazısında 4 düşünce

  1. macerakitabim diyor ki:

    Leylak Dalım,
    Bayıldım kitaba. Söylediğiniz gibi çok keyifli bir kitap,yemeğe çokça düşkün olsam ve bir de gözüm kesse o uzun yemekleri yapmayı deneyebilirim ama nerde:)))
    Bu arada kabak ucakta pişmekte:)))

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir