İçi Paris’le dolu bir kitap: Benim Paris’im.

Paris’le ilgili her şeyden nasıl keyif aldığım malum. Paris hakkında çıkan her kitabı da okumak için ayrı bir çaba harcıyorum. Keşke her gün bu şehirle ilgili yazılanlara bir yenisi eklense de ben de Paris’e olan özlemimi bu satırların arasında gidersem.
 
Neyse ki bugünlerde böyle bir güzellikle karşı karşıya geldim. Daha önce Paris’le ilgili yazmış olduğu iki kitabını da okuduğum Cüneyt Ayral yeni bir Paris kitabı yazmış: Benim Paris’im.
 
 
 
Kitabı ig’de takip ettiğim Pariste.net‘te görür görmez hemen internetten sipariş ettim. Gelen kargoyu heyecanla açtım ve okumaya başladım. Kitap beni benden aldı. Cüneyt Ayral kendi Paris’ini anlatmış. Paris’te bulunduğu uzun zaman boyunca gittiği kafelerin kendine bıraktığı izlerin altını çizmiş, o kafelerde yaşanan dostluklarını hikâyesini biz okurlarıyla paylaşmış. 
 
Paris’e ilk geldiği zaman Nedim Gürsel şöyle demiş kendisine: ”Mahalle kahveni ben seçeceğim, sakın bir yer belleme!” Birkaç gün sonra da Cüneyt Ayral’a seçtiği kafeyi söylemiş: Au Pere Tranquille. Kafenin adının Türkçe anlamı, Sakin Baba Kahvesi’ymiş.
 
Herkesin kendi Paris’i olduğu doğrudur. Bu şehri güzel yapan da budur. Görmek isteyene, kalbini açana kendisini sunan bir şehir Paris. Ve inanıyorum ki Paris’i tek gidişte anlamam, kulağınıza fısıldadıklarını duymak mümkün değil. Yavaş yavaş ilerleyen ve zamanla köklenen bir dostluk sunuyor Paris. 
 
Cüneyt Ayral kitabında Paris’in kitapçılarından, Türkiye özlemi duyanların alışveriş yapabileceği marketlerden, Türkiye’den göç edip orada fark yaratabilen sanatçı Türklerden, sokak sanatçılarından ve Paris’in yalnızlığından bahsetmiş. 
 
Paris’te yürürken çoğumuzun tanıdığı köprülerin üzerinden yürümüş, yeşil parkların içinde soluklanmış, Lüksemburg Bahçeleri’nin hemen karşısındaki La Rostand’da kahve keyfi yapmış. Her gittiğimde birkaç akşamımı geçirdiğim bu kafe hakkında Cüneyt Ayral’ın kaleminden çıkanları okuyunca Paris özlemim depreşti desem yeridir. 
 
Daha kitabımı bitirmeme birkaç sayfa vardı ki Selçuk kitabı elimden kaptı ve okumaya başladı. Aynı duyguları, aynı heyecanı onunda paylaştığını gördüm. 
Paris, her mevsim güzel. Bu şehri öyle çok seviyorum ki yazına da kışına da aşığım. 
Yeni yeni Paris’te de her sokağın içinde açılan ve İg’de herkesin övgüyle bahsettiği üçüncü nesil kahveleri bırakın bir kenara; Paris, önünde terasları olan daha önce Simone de Beauvoir’in, Hemingway’in, Sartre’ın, Picasso’nun, Apolliniare’ın gittiği kafeleriyle güzel. 
Le Select’te oturup bir akşam yemeği yemenin keyfini başka nerede bulabilirsiniz? 
 
Öyle çok düşündüm ki bu aralar, hayat yine bir perde araladı bana. 
Bu cuma Selçuk’un doğum günü için yine Paris’e uçuyoruz. Cüneyt Ayral’ın depreştirdiği Paris özlemini Selçuk’un sürpriziyle gidereceğim.
 
Sağanak yağmur varmış. Ne gam!
 
P.S : Kitabın içinde bir bölümde Pariste.net blogunun yazarı Ahmet Öre kendi Paris’ini anlatmış. Çok da güzel dile getirmiş duygularını.  Ve hâlâ bu siteyi keşfetmeyen Paris aşıkları kaldıysa, bir an önce göz atın derim.

Blog yazılarımdan e-posta ile haberdar ol

Yorum yazmak için tüm yorumların altındaki alanı kullanabilirsiniz.

İçi Paris’le dolu bir kitap: Benim Paris’im.” yazısında 4 düşünce

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir