Hayallerim, Aşkım ve Ben

Hani hiç bıktırmayacağımı bilsem size her gün Paris’ten bahsetmek isterim. İçime neden bu kadar dokunduğunu, canımın sıkıldığı her an neden orada olmak istediğimi, ruhumda yankılanan oraya aitmişim hissinin nereden geldiğini uzun uzun anlatmak.

 

Bu söylediklerimin bir anlamı var mı bilmiyorum ama hislerim bunlar.
Evde hayaller kuruyoruz çoğu zaman.  Herkes kendine bir süper kahraman özelliği seçiyor. Süper kahraman dediysek derdimiz dünyayı kötülerden kurtarmak, iyiler için canımızı tehlikeye atmak falan değil elbette. Sanıyorum ki öyle çok yüce kalpli bir aile değiliz. Bireysel takılıyoruz ve kendi egolarımıza mahkum olmuş vaziyetteyiz.
Mesela oğlum hafta sonu kuzeniyle birlikte otururken kalktı, bir paket Antep fıstıklı çikolata aldı. Açtı ve yemeye başladı. ”Oğlum, Nehir’e de versene.” dedim. ”Dolapta bir paket daha var ama o senin çikolatan, onu verirsen sana kalkmaz.” dedi.
Neyse ki ben biraz daha iyiyim de diğer paketi ufaklığa verdim.
Konuyu dağıtmayayım.
Selçuk içimizde en uyanık olan.
Direkt olarak ”Ölümsüz” olmayı seçiyor.
”Yahu tek başına ne yapacaksın bu dünyada? Bak, biz de ölüp gideceğiz günün birinde falan!” diyoruz, dinlemiyor. Ölümsüz bir kahraman olamama durumu için başka bir özellik seçiyor. Güya bir bavul varmış, bavulun içine akşamdan tek parça ne koyarsan sabah olunca bavulun içi koyduğun nesne ile doluyormuş. Tahmin edersiniz ki her akşam 100 dolar koyuyor bavula.
Kuzey, biraz daha saf.
O görünmez olmayı istiyor. Böylece sınav kağıtlarını görebilir, sınavdan önce soruları çalışabilirmiş. Bir de çok kızdığı insanlara falan yumruk atmayı düşünüyor. Selçuk, çocuğu banka soymaya ikna etmeye çalışıyor. Görünmez olursan şöyle girersin kasanın içine, paralarını şöyle çıkarırsın dışarı diye taktikler verip duruyor.
Peki ya ben?
Ben ışınlanabilmeyi istiyorum.
Sabah işe geleyim, sorumluluklarımın hepsini yerine getireyim, sonra akşam üzeri işten bir saat erken kaçıp ”Hoooop, Paris!”

St. Germain’e gidip kitapçılarda gezinmek, St. Michel’in karşısındaki kafelerden birinde oturup kitabımı okumak, Lüksemburg Bahçeleri’nde keyifli bir gezinti. Zaman zaman sabah koşumu sitenin bahçesinde değil, Lüksemburg Bahçeleri’nde bile yapabilirim. Nasıl ama?

Sonra madem böyle bir özelliğim var, neden gidip de Migros’tan alışveriş yapayım değil mi?
Pigalle’de yeni açılan bir organik market var ki aklım orada kaldı. Geçen gittiğimizde Selçuk’a, ”Ben Paris’te yaşasam buradan alışveriş yaparım.”dedim.
Uçak bileti parası olmadan, konaklamak için otellere onca para ödemeden Paris’e böyle gidebilmenin keyfini düşünüp duruyorum.
Mucizelere de inanmam ama ışınlanma yeteneğim olsun diye bekleyip duruyorum.
Belki bir gün bu çok sevdiğim şehrin sokaklarında her sabah ve akşam yürürüm.

Blog yazılarımdan e-posta ile haberdar ol

Yorum yazmak için tüm yorumların altındaki alanı kullanabilirsiniz.

Hayallerim, Aşkım ve Ben” yazısında 12 düşünce

  1. Ecehan diyor ki:

    İlk cümlenin aynısını bilmem kaç kez kurmuşumdur ve hatta kızlar benden daha çok kurmuştur herhalde ;-))
    Bak ne hatırladım, Lüksemburg Bahçeleri'nde dolaşırken önüme pıt diye düşen bir yaprağı hemencecik kitabımın arasına koyup kaçırmış getirmiştim. Onun sana ilk fırsatta resmini atayım, kitaplığı baştan aşağı temizlediğim bir gün ;-)) Anılaşmış oluruz belkim ;-))
    Sevgiler…

    • özlem öztürk diyor ki:

      Ah, ben de aynı böyleyim. Yaprakları topluyorum. Geçen gidişimde yine yere düşmüş birkaç at kestanesini attım çantaya. Bir seferinde kuru yapraklardan kitap ayracı yapmıştım kendime ve arkadaşlarıma. Ah Paris! Nasıl da kendine hayran bıraktı bizi. Vallahi Paris'i sevmeyenleri anlamıyorum bir türlü. Benim kalbim Paris'e her daim açık. Şükür ki o da beni seviyor 🙂
      Sevgiler

  2. Berfin Yalcin diyor ki:

    Üçünüzünde hayalleri birbirinden güzel. Bence herkes kendini tarif etmiş. Işınlanmak güzel bi hayal. Görünmez olmakta az çok buna benziyor. Görünmez olup her yere girip görebilmek. Ama en güzel hayal, bavul hayali gibi geldi bana. Düşünsene bavula ne koyuyorsan sabaha o nesne ile doluyor. Ama ben olsam 100 değil, 1000 koyardım:)) sonraki Akşama 10 binleri.. Sonra yüzbinleri.. Böyle böyle çoğaltır, nereye istersem oraya uçardım. Işınlanmama gerek yok. Yolculuğun kendisi güzel zaten. Işınlamakta neymiş? :)) mutluluk para ile satın alınmaz diyorlar ya, alınır? Merak edenler olursa onuda yazarım.:)

    • özlem öztürk diyor ki:

      Sabah yazdıklarını Selçuk'a okudum. Akıllı Server dedi 🙂 Sizi materyalistler sizi. Şaka bir yana, para olmadan mutluluk olmuyor haklısın. Ama 100 dolarla yetinmemene çok güldüm. 1000'lik dolar banknot var mı onu bile bilmiyorum. Bozdurmak zor olur be 🙂 Bir de her gece 100 dolar koyuyorsun sabah içi tıka basa dolarla dolu bavulu açıyorsun. Yetmedi mi Server? Hahaha, süpersin sen 🙂

  3. sezer eser perker diyor ki:

    Ah o ışınlanma isteği bende de var:) Her yere gider gelirdim, istediğim her yeri görürdüm ne güzel. Orhun delikanlı oldu ama küçüklüğünden beri hala sorar "Hangi süper özelliğin olsun isterdin?" diye:)) Ben de her seferinde sizin gibi "İstediğim yere ışınlanmak isterim" derim:))) Hayali bile güzel:)

    • özlem öztürk diyor ki:

      Süper kahraman olmak hepimizi cezbediyor. Fantastik filmlere de bayılırım zaten. Hayal kurmak da nefis bir şey sahiden. Keşke çocukken kurduğumuz hayaller gibi şimdi de hayallerimizin ucu bucağı olmasa 🙂 Büyümek, biraz da hayalleri kaybetmek sanki. Zaman geçtikçe içimdeki telaş artıyor ve benim daha yapacak çok şeyim, çok planım var endişesi sarıyor her yanımı.
      Çok fazla umutsuzluğa kapılmadan hayallerin bir ucundan yakalamak şart.
      Sevgiler

  4. TUĞBA'NIN DÜNYASI diyor ki:

    Ahh özlemcim bizim buraya geldik geleli konuştuğumuz şey ışınlanmak:) Öğlenleri evlerimize yemeğe gitmeyi hayal ediyoruz. Sonra kimi zaman bir pizza uğruna italya bir kahve uğruna paris ne biliym akşam yürüyüşü için marakeşin ara sokakları falan. Ben eşimi dürteleyip duruyorum mühendisim diyorsun ama bir ışınlanma makinası yapamadın diye:) Bir zaman makinesi beklentim de var ondan. Neden böyle büyük sorumluluklar bekliyorum bilmem, aslında pratikte sadece bulaşıkları yıkasa da yetiyor:) Çok güzel olurdu inan ama herkes için olmamalı bu durum yoksa kesin boku çıkardı:) Geçenlerde tv de bir film izledik atlayıcılar mı neydi ismi böyle ışınlanan insanlar var onları anlatıyor. Maceraaa maceraaa maceraaa. Valla ben seviyorum böyle filmleri. Salaklık yaptıklarında da feci bozuluyorum, bu özellikle bu mu yapılır diye. Ama filmdeki ana karakter hakkını veriyor bizim istediğimiz gibi dolaşıyor her yeri piramitlerde kahve içiyor falan. Bak izlemediyseniz izleyin seveceksiniz. Ayrıca ben de eşim gibi bir çanta hayal ediyorum arada ama benimki bir nevi Harry Potter çantası. İçinde her şeyin ama her şeyin olduğu bir çantam olsaydı belki de daha kolay olurdu hayat. Böyle hayal etmeye hep devam edelim, kim bilir belki bir gün olur…

    • özlem öztürk diyor ki:

      O filmi seyrettik, hatırlıyorum. Hatta hayıflanıp durmuştuk neden böyle bir özelliğimiz yok diye. Bunların hepsi filmlerde, kitaplarda falan oluyor galiba. Bir de bizim gibi hayalperestlerin hayallerinde. Bak gördüğün gibi fazla bir şey de istemiyoruz aslında. Bir kahve içip, mutfak alışverişi yapıp hemen döneceğiz evimize.
      Hayal kurarken zamanı tüketiyoruz vallahi ama bizim ekibe hayal kurmak çok iyi geliyor. Senin en azından ışınlanma makinesi için bir ümidin var, belki yapar kocan. Benimki bavul hayalinde ısrarlı ve mesleki açıdan bavulu yaratma şansı da yok. 🙂
      Harry Potter çantasına gelince, nefis bir şey o. Hermione'nin çantasından bahsediyorsun değil mi? İçinden ilaçlar, kıyafetler, büyülü iksirler, hatta çadır çıkan çanta. Ahhh, ahhhh…
      Hayal kurmaya devam. Belki bir gün bizim de olur 🙂

  5. Leylak Dalı diyor ki:

    Ben şu an sadece gönlümce kullanabileceğim vaktim olsun istiyorum, zira esir alınmış durumdayım. Meğer ne mutlulukmuş zamanın kendine ait olması da ben kıymetini bilememişim…

    • özlem öztürk diyor ki:

      İnsanın zamanının kendine ait olmasından güzel ne olabilir? Ben de o dediğinden yok vallahi. Bazen işte daha rahat olduğumu bile düşünüyorum hatta. Eve gidince Kuzey'in emirlerinin altına giriyorum. '' Canım annem, seni çok seviyorum.'' cümlesine sığınıp tüm pis işlerini bana yaptırıyor. Ödevlerini yaparken, yemeğini yerken ya da ders yaparken yanında oturuyorum. Oturmazsam, ''Sen beni eskisi gibi sevmiyorsun.'' diyor. Peki benimle işi bitince ne yapıyor? Kirli bir gömlek gibi fırlatıp atıyor beni. ''Anne, görmüyor musun oyun oynuyorum.'', ''Anne çok önemli bir şey yapıyorum şu an, seninle konuşamam.'' şeklinde. Bir gün ben de kendimi kullandırmamayı öğreneceğim 🙂

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir