Bugün kendin için ne yapacaksın?

Bugün kendin için ne yapacaksın? Pazar gününü anlamlandıran ve beni doğruca bloga yollayan soru bu sevgili blogger dostları.

Korona Günleri uzadıkça yaşama tutunma zorluklarımız da artıyor bana göre. Sıkıntılara pek yüz vermesek de aynı hikayeyi dinlemeye devam etmek, bir arpa boyu yol alamamak ve sesinin kendi içinde kaybolup gitmesi gün be gün daha fazla can sıkıyor. En azından benim için öyle. Bir şekilde bu kısır döngüden kurtulmak, hayatın, başımıza gelen bunca aksiliğin bizi üzmemesine bir yol, bir çare bulmak lazım. Benim almam gereken en büyük ders bu zaten: Kabul etmek, olduğu kadarına razı olmak. Bir gün kabullenmeyi öğreneceğim inşallah ama ne zaman bilmiyorum.

Blogda ne anlatsak, nelerden bahsetsek?

Şimdi bunları yazarken aklıma bir şey geldi. Yıllar, yıllar önce blogculuğa ilk adım attığım yıllarda bir blogger vardı takip ettiğim. O zamanlar şimdiye göre daha çok blogu takip ediyor, daha aktif rol alıyordum bu alemde. Yıllar içinde her şey gibi blogculuk da eskidi tabii. Neyse, demem şu ki bu blogger arkadaşımız acayip negatif bir insandı. Yaşamından bu kadar nefret eden, bu kadar hayata küskün bir ikinci insan evladı daha yoktu blog aleminde. Okudukça içim sıkılırdı. Hiç mi hayattan keyif alacağı bir şey yok diye düşünürdüm. Sonra anladım ki blogunu bir nevi kara günlük olarak kullanıyordu bu arkadaş ve iyileşmeyi burada arıyordu. İçindekileri böyle ortaya dökmesi bir nevi şifa arayışıydı. Belki de konuşacak kimsesi yoktu. Ama samimiyetle söylemem gerekirse bu kişinin arkadaşım olmasını hiç mi hiç istemezdim. Sonra takipten çıktım ve derin bir nefes aldım. Sanırım bu blogger benim negatif zamanlarımda blogda bir şey paylaşmamamın sebeplerinden biri. Can sıkıntılarımdan bahsetsem de blogu sadece bir iç dökme yeri olarak kullanmak istemiyorum.

Bugün kendin için ne yapacaksın?
Bugün kendin için ne yapacaksın?

Bazen yazıyorum, rahatlıyorum; çoğunlukla yazdıklarımı silip olduğum yere,- koltuğun yumuşacık konforuna-, sığınıyorum.

Peki, bugün kendin için ne yapacaksın?

Ders çalışmaktan yorulan Kuzey’in sorusuydu bu soru. Bu saçma virüsün hayatımıza soktuğu şeylerin başında evden ders görme, evden çalışma gibi kavramlar. Tüm gün bilgisayar karşısında olmak sıkıcı ve yorucu işin aslı. Sosyalleşemedikten sonra lise hayatının ne anlamı var? Kuzey bu sorunun cevabına pek takılmıyor. Duruma alıştı ders çalışıyor. Üniversite için gerekli olan şeyleri yapmaya çalışıyor ve elbette çok yoruluyor. Yapılacaklar listesi, dersler, ödevler bitmiyor. Birinin bittiği yerde yenileri başlıyor ve durum elbette ki bir bıkkınlık yaratıyor. Bana sorduğu, “Bugün kendin için ne yapacaksın?” sorusunun altında kendi özlemleri ve istekleri yatıyordu aslında. Ona cevap hakkı tanısaydım bu sorunun cevabı hiçbir şey düşünmeden birkaç gün geçirmek olurdu herhalde. Peki benim için bu sorunun cevabı ne?

Ben boş boş oturmaktan çok bir şey yapmayı istiyorum. Kitap okumak, bahçede oturmak, çiçek toplamak, müzik dinlemek, derin derin nefesler almak. Kuzey’in bana uygun gördüğü cevapsa oturup blog yazmam. Seni çok mutlu eden bir şeyi yap anne, dedi. Otur ve bloguna yaz. Mayıs ayında on yedi yaşına girecek olan oğlumu dinliyorum ben de. Kahvemi yaptım, düşüncelerimi sıralamaya gayret ettim ve işte burdayım. Tatilleri özledim, Paris’te olabilmeyi özledim, hayattan kaçırdığımız birkaç günlük seyahatleri, tasasızlığı özledim. Severek, özgürce yapabildiğim her şey elimden alınmış gibi. En son geçen sene sevgililer gününde Paris’ten dönmüştük. Son seyahat olarak bu kaldı aklımda. Puslu Paris sokakları, sokaklarda tek başına dolaşışım, Odeon’da yediğim keçi peynirli salata, dumanı üstünde kahveler, tartlar… Mutlu olma ve hayatın bana sunduğu her şey için şükretme hissi.

Bu anı yaşamak için ne yapıyorum?

An itibariyle herkes bir köşede. Kahvelerimiz içildi. Belki biraz sonra bir de çay demlerim huzuru çağırmak için. Bulunduğum odanın camından bahçe görünüyor. Gölün yeşile dönmüş suyu, doğurmak için yer arayan kediler (mevsimi geldi yine), çiçeğe dönmüş manolya, yeşillenmeye niyet etmiş bilge akasya. Stacey Kent’in Fransızca albümü arkada fon müziği. Bana Paris’i, en sevdiğim yerleri, hayatımın güzel anlarını anımsatıyor. Bir de en arkada kanal tedavisinden yeni çıkmış ama kurtaramayacaksınız beni diye bağıran dişim olmasa.

Nina George’un Edebiyat Eczanesi isimli kitabını okuyorum. (Bu arada kitap daha önce de Lavanta Odası adı ile basılmış.) Kitabı sırf keyif olsun diye aldım. Paris’te geçtiğini biliyordum. Hesaplamadığım tek şey, bu kitabı daha önce The Little Paris Bookshop ismiyle Paris’ten almış olmam. Kısmet, deyip kaderime razı oldum. Ev birden fazla kez aldığım kitaplarla dolu. Kitapseverlerin kaderine bir kitabı birkaç kez almak kesinlikle var bence. Neyse, en büyük üzüntü kaynağımız bu olsun.

Bu ayın başında yine böyle tın bir kitap okudum. Hımm, Tın Kitap diye bir kavram var. En azından benim için. Okudum, hoşça vakit geçirdim ama bana bir şey kalmadı diyebileceğimiz kitaplar bunlar. Ama yine ısrarla tekrar ediyorum: Bu benim fikrim ve kimseyi bağlamaz. Bu diğer kitabın adı, Dokuz Kusursuz Yabancı. Vallahi bu kitabı okurken sonuna doğru çok sıkıldım. Bitse de kurtulsam diye düşündüm. Üzgünüm ama bir Karl Ove Knaussgard keyfi almıyorsun işte bu kitapları okurken. Hâl böyle olunca bildik bir limana sığındım. Kitaplığın başına gittim ve Jeanette Winterson‘un kucağına bıraktım kendimi.

Blogda ne güzel yazılar varmış meğerse.

Az önce Karl Ove ile ilgili bir yazı ekleyeyim diye dolaşırken 2018 yılının dökümünü yaptığım bir yazıya denk geldim. Ne güzel bir seneymiş o yahu. Tüm blog dostlarıyla görüşmüş, gezmiş tozmuşum. Allahım, tekrarını nasip eder inşallah.

Bu anı yaşamak için blog yazıyorum bir de. VE nasıl iyi geliyor. Blog yazmak bana her zaman çok iyi gelir. Yaşamın bana böyle keyif veren şeylerinden neden vazgeçtim diye düşünüyorum şu an. Ama bugün geçmişi düşünmeyeceğiz, yapmadıklarımız için hüzünlenmeyeceğiz, yapabildiğimiz şeylere de şükür deyip yola devam edeceğiz. En azından sağlığımız yerinde. Yaşayacak daha güzel günlerimiz de olacak inşallah.

Ben şimdi bir demlik çay demlemeye, İG’den gelen yorumlara cevap yazmaya, ucundan azıcık yaşama tutunmak için çaba sarfetmeye gidiyorum. Bakarsınız Film Festivaline göz atacak cesareti bile bulurum kendimde.

 

Blog yazılarımdan e-posta ile haberdar ol

Yorum yazmak için tüm yorumların altındaki alanı kullanabilirsiniz.

Bugün kendin için ne yapacaksın?” yazısında 16 düşünce

  1. Sezer Eser Perker diyor ki:

    Kendim için kitap okuyorum, kendim için bir film seçiyorum, kendime bir tatlı yapıyorum. Bu aralar hep böyle, hep aynı:) Fakat buralardan ısrarla vazgeçmiyorum. Sen de vazgeçme Özlem. Eski dostların uzaklaşması üzücü.

    • Özlem Öztürk diyor ki:

      Sezer,
      Ben yeni yeni kitap okumaya başladım. Hiç okuyamıyordum. Aldığım her kitap elimde sürünüyordu. Şimdilerde eski performansımda olmasa da okuyor sayılırım. En azından okuduğumu anlıyorum. Film performansımda pek iyi değil. İlerde covid yılları diye bir zaman diliminden bahsediyor olacağız ve o zaman diliminde ben hiçbir şey yapmamış olacağım. Kuzey’in okulu, dersleri ile aklımızı bozduk zaten. Hayat bu mu diye soruyorum sıklıkla. Aklım fikrim emeklilik günlerimde. Tasasız oturabileceğim zamanlarda. Blog fikrinden vazgeçmek istemiyorum. Burayı çok seviyorum ama yazmayı da başaramıyorum. Düşe kalka ilerleyeceğiz herhalde. Çok öpüyorum seni.

  2. buket diyor ki:

    Özlem hemen ben de Stacey Kent açtım dinlemeye başladım sahiden ne güzel sanki
    Paris sokaklarındasın. ah ne zaman gideriz bir daha bilmiyorum. hatıralara çok dönüyorum
    bende . ama dediğin gibi her işin çözümü kabullenmek. Akışa bırak kendini, bir gün
    düzelecek her şey. ama zamanı gelince.
    Pelin’le Kuzey’i tanıştırsaydık nasıl olsa artık hepsi ekran başı arkadaşlıkları
    yapıyor. şimdi söylesem Pelin’e erkek diye çekinir. ama üniversiteye gidiş yollarında
    destek verecek arkadaşlarının olmasını isterim.
    tekrardan iyi ki geldin özlem!

    • Özlem Öztürk diyor ki:

      Buket,
      Stacey Kent çok güzel değil mi? Dingin, insana iyi geliyor. Kafam karıştı mı iyi geliyor bana. Corona günlerinden düşündüğümüz kadar çabuk kurtulacağımızı düşünmüyorum. Ben geçtiğimiz eylül ayında Paris’e gideriz diye hayaller kuruyordum. Şimdi bu eylül bile hayallerimde değil. Maldivler’e falan mı gitsek diyorum Selçuk’a. Delirdim sadece evde ve işte olma halinden. Amma ve lakin yapacak bir şey yok. Bir de Kuzey’in üniversite işi var. Performans notları, sınavlar, dersler, IB notları ve ne olacak soruları içinde evden nasıl çıkarız onu da bilmiyorum. Bilgisayar karşısında ve odada bir yaşam kurdu kendine. Yan konuşumuzun oğlu dışında kimseyle görüşmüyor. :)))
      Çocuğa biz covid taşımazsak kimse taşımaz herhalde. İnsan yok etrafında. Ne güzel olur Pelin’le tanışsalar. Ama nasıl? 🙂
      Bir yol buluruz belki. ben bir sorayım bakayım 🙂

  3. oytunlahayat diyor ki:

    Güzel çocuk Kuzey ♥
    Anneciğini özlediğimizi hissetmiş ve göndermiş bizim blog mahallesine 🙂

    Bloglar evimiz gibi… Bak şimdi sende kahve içiyorum (ki fincanına tapınasım geldi 😀 ) az sonra Handana çay içmeye, Nurşen ablaya filmlerle ilgili konuşmaya, Sevdaya ne dikmiş bu kız yine diye bakmaya gideceğim. Şu pandemi döneminde ağır aksak ilerlese de blogla ilişkim yine de en çok kurtaranım o oldu. Sıkışmışlık hissimi bir nebze de olsa azalttı. Hep şükrediyorum bana senin gibi güzel insanlar kazandırdığına. Hiç yüz yüze gelmeden ama sanki çoookkk uzun zamandır tanıyormuşum hissiyatına ve güzel samimiyetine…

    Geçecek bu günler. Ben seninle Paris’i gezeceğim 🙂 Kitaplarına ortak olacağım, coşmalarına şahit :))

    İyi ki geldin be Özlem ♥

    • Özlem Öztürk diyor ki:

      Ne güzel şeyler yazmışsın Şebo.
      Ben de seni çok seviyorum. Bu covid günlerinde işe gitmekten, kendime ve etrafımdaki herkese tasalanmaktan çok yoruldum. Kaderimize terk edilmişiz gibi hissediyorum. Her sabah gece alınan ve şok etkisi yaratan bir kararla uyanıyoruz. Her yeni günün daha güzel bir gün olacağına inanırdım eskiden. Şimdi öyle düşünmüyorum. Mutlu olma, insan olma hakkımız elimizden alınmış gibi hissediyorum. O yüzden de yaşam heyecanımı yitirdim. Kabuğuma çekildim ama çekildiğim o kabuk da mutlu etmiyor beni.
      Yine de bir kuvvet, ha gayret buraya gelmek güzeldi. Yazının altına kondurulan yorumlar, iyi ki geldinler mutlu etti beni. Gerçek hayatta karşılaşmadığım, hi. sarılmadığım insanlar umut aşılıyor bana. Hatta seviyor :))) Ne mutlu bana. Çok teşekkürler ve iyi ki varsın Şebo 🙂

    • Özlem Öztürk diyor ki:

      Ahahaha ne tatlısın sen çılgın kadın yaa. Seni tanımak çok keyifliydi biliyor musun? İçinde çocuk sevincini büyüten, yaşatan ender insanlardan birisin. Yorumların bile öyle bak. Ben de eskileri seviyorum. Tanıdıklık hissimi, bende saklı o gücen duygusunu. İyi ki yorum yazmışsın bana. Ne çok özlemişim ben de herkesleri 🙂

  4. Arzu Tırak diyor ki:

    Hoş geldin Õzlem, iyi ki geldin, elim çay fincanına her uzandığında aklıma sen düşüyordun, geçecek inan,inan , inanalım….sevgiyle kal, hoşça kal…

    • Özlem Öztürk diyor ki:

      Arzu,
      Elbet geçecek biliyorum ama resmen kabusa döndü hayatımız. Tek çıkış yolu var, aşı ama bir türlü o aşılar gelmiyor, bir türlü o aşılar satın alınmıyor ve hâlâ yersen edebiyatına devam ediliyor. Çoğu yiyor o edebiyatı biliyorum ama bizler bu hayatı yaşamak zorunda mıyız? Coğrafya, kadermiş inandım. Neden millet olarak kendimizi güzelliklere layık görmüyoruz? Yaşlılık belirtisi mi bunlar bilmiyorum ama Artuk yoruldum ve öfke duyuyorum. Bize bahşedilmiş bu hayatı böyle yaşamak, bize sunulana razı olmak. Ahhh, ahhh diyesim geliyor.
      Çay içerken beni anımsamana nasıl sevindim. Sen o çaya filtre kahve, lotte falan da ekle :))) İçerek yaşıyorum sanırım. İyi ki uğradın buraya Arzu’cum, iyi ki!

  5. Muzo diyor ki:

    Zaytung daki eglenceli ve bol kahkahali minimalizm yazisinin moral gucuyle 1 senedir uzak kaldigim evimde baslattigim fazlalari ayirma operasyonuna devam ettim.Bu tur isler kelebek etkisi ile tum odalari altust eder. Hemen de bitmez.
    Birden fazla kitap alma konusunda haklisiniz.Birazi Turkce birazi Fransizca olmak uzere Gogol un Dikanka Yakinindaki Bir Ciftlikte Aksam Sohbetleri nden 3 tane almisim.

    • Özlem Öztürk diyor ki:

      “Bu tur isler kelebek etkisi ile tum odalari altust eder. Hemen de bitmez.” ne tatlı bir yaklaşım bu. Bayıldım. Bende de böyle olur mu acaba diye de düşündüm. Hafta sonu mutfaktaki kitap dolu üç rafı düzelteyim dedim başım döndü. Ben o kadar uzak kalmışım ki bu domestik işlerden; hem yapmak istiyor, hem de başaramıyorum. :))) Elbette size kolay gelsin. Nefis bir ferahlama yaptığınız iş.
      Aynı kitabı tekrar tekrar almak ne müthiş bir şey yahu. Şaşkınlığın bundan daha güzel bir hali olmaz diye düşünüyorum ben. Kendimi daha ne kadar şaşırtabilirim diye düşünüyorum böyle zamanlarda ve sarsaklığımdan keyif alıyorum.

  6. Sibel diyor ki:

    Cok guzel demis Kuzey,cok guzel yaziyorsun ve daha da cok yazmaya devam insanlah Ozlem.Ben de cok seyi kabullendigimden beri daha mutluyum,hele bu aralar adeta tatildeyim ve tin bir hayat yasiyorum.Biraz da boyle takilacagim.SIkca,ohhhh be diyesim geliyor inan.Dikkat et kendine,belki kendine bir challange bulsan da bloga daha cok yazsan olmaz mi;sahsim adina ben neseli seyler yazmaya niyetliyim tekrardan ibaret edecek olsa da.O blogcu gibi insanlari ne blogda ne de gercek hayatta takip edebiliyorum ben.

    • Özlem Öztürk diyor ki:

      Sibel,
      Hayatında değişen bir şeyler mi var? Neden öyle bir his var içimde? Taşındın mı? Bilmiyorum. Cümlelerin altını neden eşeliyorsam ben şimdi. Neyse, elbet kuytu bir köşede sorarım sana. :))
      Sanırım Challenge yapacak gücüm yok. İşler, hayat, Kuzey’in üniversite başvurusundan önceki son senesi, covid falan fazla geldi bana. Ama hep konuştuğumuz gibi seninle şükrediyorum, bu halimize şükran duyuyorum falan ama biraz da bunalıyorum. Atlayıp Maldivlere falan gidesim var. Bak, yeminle gideceğim de oğlan elimi kolumu bağlıyor. Denize böyle özlem duyduğum bir zaman olmamıştı ama İG’de falan deniz paylaşanları kıskanıyorum. Seni bulunca açıldım ben yine. Sanırım ben de IG’de falan temizlik yapacağım. Ama bunun için de enerji lazım. Gerçi buraya yazınca ve sizler de yorum yazınca iyi hissettim kendimi.
      Ben de kabullenmeyi öğrensem. Bir otursam, nefes alsam… Ohhhh.
      Çok öpüyorum seni.

    • Özlem Öztürk diyor ki:

      Ben de seni çok özlemişim ki. Sanal bir ortamın içinde birbirimize bu kadar yakınken uzak kalmışız di mi? Oysa bir telefon uzaklığında sesin bana 🙂
      Çok öpüyorum seni Nurşen Abla, çoook.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir