Edebi Yolculuklar Peşinde: Rüzgârın Gölgesi ve Barselona

Yakama yapışmış ve vazgeçmek istemediğim bir huyum var: Kitapların içinde hayat bulan şehirleri ve o şehirleri bana canlı kılan roman kahramanlarının ayak izlerini takip etmek. Bir kitabı okurken sokakları, başka türlü karşılaşacağımı düşünmediğim esnaf lokantalarını, kafeleri, üstüne hikâyeler adanmış yemekleri not ediyorum. Bazen kapısının önüne geldiğim köhne kafenin içinde tadına baktıklarım şaşırtıyor, bazen de yedikleriminde aradığım lezzeti bulamamaktan hayal kırıklığına uğruyorum.

Birkaç yıl önce okuduğum bir kitabı senenin ortasında o yılın kitabı ilan etmiştim: Carlos Ruiz Zafon‘un Rüzgârın Gölgesi adlı kitabı.

Kitaptan öylesine etkilendim ki, oğlumun Camp Nou’yu görme isteğine kendi merakımı da ekleyip, uçak biletlerini aldım. Böylece yanımıza Camp Nou’yı görecek bir çocuğun heyecanını, yeme-içme notlarını ve hafif bir valizi alarak yola çıktık.

Kitabı okuyanlar Daniel Sempere’yi, kahramanımızın kitabevi sahibi babasını, en yakın dostları Fermin Romero de Torres’i ve her kitapseverin aklını başından alabilecek Unutulmuş Kitaplar Mezarlığı’nı hatırlayacaklardır. Kitabın içinde anlatılan mekanları, Franco döneminin izlerini taşıyan meydanları haritamda işaretlerken Barselona’da Rüzgârın Gölgesi kitabının çoktan turistik bir aktivite haline geldiğini gördüm. Birçok tur şirketi iki saati kapsayan yürüyüş turlarıyla sizleri kitabın dünyasında gezdiriyor. Bir kitabın bir şehre böyle turist çekiyor olması çok hoşuma gitti.

Benimle birlikte bu turu yapmak isteyenler için haritayı ekliyorum.

Rüzgarın Gölgesi haritasını edinmek isteyenler buraya!

***

Haritada başlangıç noktası olarak Passaig de Grácia‘da bulunan Casa Batlló verilmiş. Gaudi’nin en güzel yapıtının olduğunu düşündüğüm bu evi daha önceki gidişimde ziyaret emiş, güzelliği karşısında ağzım açık kalmıştı. Ne Sagra de Familia ne de Park Güell; Casa Batlló bana içeri adım atana ensesinde hissettirdiği sıcak nefesiyle yaşayan bir canlı izlenimi vermişti. Bu gittiğimizde de bir gece vakti geçtik önünden. Evin tüm ışıkları açıktı ve şaşkınlıkla izlediğim bir kokteyle ev sahipliği yapıyordu. Unesco Dünya Mirası Listesi’ndeki bir yerin bu şekilde kullanılıyor olması nedense beni üzdü. (Belki davetliler içinde olup, elimde bir kadeh şarapla evin odalarında süzülmediğimden olabilir.) Şimdi kendinizi bu evin önündeymiş gibi hissedin. Gece çoktan çökmüş ve Gaudi’nin yıllar önce tasarladığı sokak lambaları yanmış. Daniel’ın peşinden fark edilmemeye çalışarak denize doğru ilerliyorsunuz.

Eğer bu noktaya gelir, güneye Plaza de Cataluna’ya doğru yürüyüşe geçer ve Puerto del Angel’e doğru ilerlerseniz, Daniel’ın Laín Coubert tarafından takip edildiği limana doğru yürümüş olursunuz.

***

”Babamla Santa Ana Sokağı’nda kilise meydanına bir taş atımı uzaklıkta mütevazı bir apartman dairesinde oturuyorduk. Daire, büyükbabamdan miras kalan kitabevinin bir üst katındaydı. Kitabevinde ikinci el kitaplar ve koleksiyoncuların ellerindeki az bulunur baskılar satılıyordu; babamın bir gün benim olmasını umut ettiği büyülü bir dükkandı.” (Sayfa 7)

Biz buradan haritada işaretlenmiş olan ikinci noktaya gittik. Gittiğimiz yer yaşlı Sempere ve oğlunun kitapçısının ve üst katında olduğu sokaktı; tabii burada gerçekten ne bir ev ne de kitapçı var. Yazar bu sokakta hayalinde bir ev yaratmayı uygun görmüş. Biz de sokak içinde eve ve kitapçıya yakışabilecek binaları yarattık. Gariptir ki, herkesin uygun gördüğü ev başka bir binada oldu.

İlk sağdan Calle Santa Ana ( Santa Ana Sokağı)’ya doğru içeri girerseniz, hayali Sempere & Sons kitapçı dükkanının olduğu sokağa varacaksınız. Daha sonra Santa Ana Sokağı’nda sola dönüp Ramblas’ya çıkın.

***

”Şehir yavaş yavaş canlanan suluboya bir tablo gibi uyanırken, sabahın puslu alacakaranlığında, bulvar boyunca sıralanmış lambalar caddenin sınırlarını belirlemişti.” (sayfa 8)

Ramblas, İspanyolca bulvar demek. Bulvar üzerinde limana doğru kalabalığın içinde yürürken kendinizi bir karnavalda gibi hissediyorsunuz. Yol boyunca çiçek satıcıları, kuş kafesleri satan kiosklar, performanslarını sergileyen sokak sanatçıları, güneşin altına serilmiş masalarda içkilerini yudumlayan turistler eşlik ediyor size. Barselona hem güneşiyle hem de insanın içine işleyen rehavet havasıyla sanki daha basit bir yaşam sunuyor ziyaretçilerine… Opera Binası’nın önünden geçiyoruz ve kitapta yazdığı gibi Daniel’in bir gece Unutulmuş Kitaplar Mezarlığı’nı ararken bizim gibi bu yolu adımladığını hayal ediyoruz. 

***

”Balkonlardan, pervazlardan ışık demetleri hainde süzülen parlak gün ışığı yere ulaşmadan yitip gidiyordu. Sonunda babam, zamanın ve nemin kararttığı ağaç ama büyük bir kapının önünde durdu.” (Sayfa 9)

Bir müddet ileri geri sokağı arşınladıktan sonra, Opera Binası’nın duvarının bittiği yerde saklanmış, gizli bir geçit gibi duran kemeri farkediyoruz. Dar sokağın iki yanında yükselen binalar, sokağın içine güneş ışığının girmesine izin vermiyor. Sahiden tenha, ürkütücü bir ara sokak burası. Kemerin atından geçtikten sonra, sol tepede sokağın ismini taşıyan levha görünüyor. Sokağın ismini Ramblas üstünde görme şansımız yokmuş, o yüzden fark edememişiz. 
Hepimiz aynı noktada birleşiyoruz. Evet, üzerinde zamanın izlerini taşıyan ahşap, büyük bir kapıyla karşılaşmayacak ve ne yazık ki o kapıyı içeri doğru itme şansını bulamayacağız; ama yazarın böyle bir kütüphane için olmasını hayal ettiği sokak tercihi çok doğru. Unutulmuş Kitaplar Mezarlığı, Barselona’nın bir yerinde yaşıyorsa eğer, o sokak ancak  Arco del Teatro Sokağı’dır. 

Ramblas üzerinde limana doğru ilerlerken, trafiğe kapalı yürüyüş alanından ayrılarak yolun sağında yürü. Tiyatro Binası’nın bittiği yerde, dar bir kemerin altına saklanmış sokağı göreceksin. Kemerin altından geç, sağda seni bekleyen Calle Arco Teatro sokağı levhasını göreceksin.

***

Barselona’nın en güzel meydanlarından birine geldik: Plaza Real. 
Avrupa şehirlerinin en çok insanın karşısına sürpriz gibi çıkan meydanlarını seviyorum. Sırtımda taşıdığım ağır çantayı, fotoğraf makinemi yere bırakıp ayaklarımın dinlendirmenin ve biraz düş kurmaya izin vermenin zamanı geldi. Güzel bir eşlikçi lazım bir de bana: Kahve

İçinde saray misali gösterişli binaların bulunduğu bu alımlı meydandaki evlerden birinde Clara ve zengin kitap koleksiyoncusu Barceló’nun yaşaması bir yana, benim için en önemlisi Daniel’ın burada Fermin’le tanışmış olması.
Unutmadan eklemekte fayda var: Palmiyelerin çevrelediği meydanın ortasında duran ağaç şeklindeki iki sokak lambası Gaudi’nin Barselona için yaptığı ilk eserler olma özelliğini taşıyor.

***

”Soğuk, delici rüzgâr, yolunun üstündeki sis şeritlerini savurarak sokakları süpürdü. Çeliksi güneş, tepelerden ve Gotik Meydanın çan kulesinden bakır yansımaları kopardı.”

Romanın can bulduğu sokakların arasındayız şimdi. Dünü ve kitabın geçtiği Franco dönemini bugüne olduğu gibi taşıyan gözalıcı binalar, nar sokaklar oldukları yerde duruyorlar. Güneş ışığında adımlanan sokakların geceye yansıyan aksi gerçekten görülmeye değer.

Ferran Sokağı’na (Calle Ferran) açılan kemerin altından Plaza Real Meydanı’nı terkedin. Jaume I’e doğru ilerleyin. Binaların yanlarından sarkan sokak lambalarının eşliğinde, mağazaların olduğu caddeden ayrılıp, Gotik merkeze varacaksınız.

***

Kitabın yazarının Santa Luciá Bakımevi’ni yaratırken nereden ilham aldığını öğrenmek istiyorsanız, Santa Maria del Mar Kilisesi’nin olduğu meydana gitmeniz gerek. Bu kilise bana soracak olursanız Barselona’daki en güzel kilise. Kiliseni olduğun meydan küçük ve insanın içini ısıtacak kadar sevimli. Kilisenin arkasındaki Moncada Sokağı (Calle Moncada) antik saray kalıntıları ile geçmişten izler taşıyor. 
Bugüne dönecek olursak da, herkesin övgüyle söz ettiği sandviçleri, atıştırmalıkları ve özellikle tatlılarıyla ünlü Bubo’nın burada bir şubesi var. Sokağa atılmış masa ve sandanyeler kilisenin hemen karşısında. Buraya kadar gelmişken, Bubo’nun tatlılarını bir de bizim denememiz lazım.

Calle de L’Argenteria (Argenteria Sokağı) sizi Santa Maria del Mar Kilisesine çıkaracak. Kilisesenin arkasında antik kalıntıların olduğu Calle Moncada (Moncada Sokağı)’na göz atmayı unutmayın.

***

Gotik Merkezin kalbini attığı yere ulaşmak için geriye dönüyoruz. Calle de la Princesa’yı takip ediyoruz. Calle del Call ve Calle Frenería’nın köşesinde minik bir kırtasiye dükkanı göreceksiniz. Kitabın başında Daniel’a sahip olduğu takdirde yazabileceğini hissettiren Victor Hugo’nun dolma kalemi gibi, burada da kalemler, defterler ve birbirinden güzel eşyalar bulunuyor. Kimbilir belki bir Montblanc Meisterstück almanın vakti gelmiştir! 
Calle Freneriá sizi Barselona’nın başka bir katedralinin önüne çıkaracak. Katedralin basamaklarında Antoni Fortuny ve Sophie Carax ilk kez buluşmuşlardı.

Basamaklarda oturabilir, küçük meydanda dolaşan güvercinlere çantanızdan çıkardığının atıştırmalıklardan sunabilirsiniz. Biz öyle yaptık!

***

Şehre geldiğimden beri görmek istediğim yerlerin başında burası geliyordu: San Felipe Neri Meydanı (Plaza de San Felipe Neri)
Unutulmuş Kitaplar Mezarlığı’nın bekçici Isaac’ın kızı Nuría Monfort burada yaşıyordu. 
İtiraf ediyorum; şehre bu gidişimde beni en çok etkileyen yerler bu küçük meydan oldu. Şehrin hem merkezinde olup, hem de bu derece gizli kalmak bu meydanı özel kılan sebeplerden biri. Alanın ortasındaki çeşme, zorlukla gözüken gökyüzüne uzanan yaşlı ağaçlar ve iç savaşın izlerini taşıyan kilisenin duvarındaki kurşun izleri…

***

San Felipe Neri Meydanının insana sunduğu yalnızlık ve huzur hissinden sıyrılıp, günümüze dönmekte fayda var: zira karnımız acıkmaya başladı. Hem öğleden sonranın ilk saatlerinde kendimize küçük bir ziyafet verelim, hem de rüştünü ispat etmiş bir restoranın kapısından içeri adım adalım. 
Els Quatro Gats, Picasso’nun menünün üstündeki resmi yaptığı ve akşamları arkadaşlarıyla buluşup hem yemeğini yiyip, hem de sohbet ettiği restoran.

Daniel ve Fermin öğlen yemeklerini bu restoranda yiyorlardı.

BU LİNKİN altında bir site bulacaksınız. Tüm fotoğraflar orada. Ben bu yazıyı yazalı çok zaman olmuştu ve ne yazık ki fotoğrafları yüklememiştim. Şimdilerde de geriye dönüp tek tek fotoğraflara bakıp hatırlamaya çalışmak zor geliyor. Blogcunuz bu sefer üşengeçlik yapıyor ve olanı olduğu kadarıyla bırakıyor. 🥺

Blog yazılarımdan e-posta ile haberdar ol

Yorum yazmak için tüm yorumların altındaki alanı kullanabilirsiniz.

Edebi Yolculuklar Peşinde: Rüzgârın Gölgesi ve Barselona” yazısında bir düşünce

  1. Aylin Kurhan diyor ki:

    Bir yazarın izinden çok bir kitabın izinden gitmek çok daha çekici geliyor bana. Yazını zevkle okudum. Nasıl keyifli bir seyahat bu. Ben de Lizbona Gece Treni kitabına bayılmıştım ve o kitabı okuduktan sonra Lizbon’nu görme isteği duydum. Gittim ve kitap kahramanının dolaştığı sokaklarda dolaştım. TRT ‘nin eski yayınlarından bir program var Kentler ve Gölgeler diye. Tam sana göre tam bana göre bir program. Bir yere giderken o program bölümleri arasında gideceğim şehir varsa yeniden izliyorum. En son Madride gittik birkaç ay önce. O program bölümlerinden birini de Buket Uzuner sunuyor. Don Kişot’un izinden Madrit’i geziyor. İzlemediysen mutlaka izle çok güzel programlar. Artık böyle programlar yapılmıyor. Gerçi TRT 2 nin açılmasıyla yapılmaya başlanmış galiba ama ben daha TRT 2 kanalını bulamadığımdan ve 17 yıldır TV açmadığım için yeniden açmaya pek hevesim olmadığından izleyemedim henüz. Kentler ve Gölgeler’i de internette yayımlanmış bölümlerinden izliyorum. Sevgiler….

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir