Kategori Arşivleri: Blog Yazmak

blog-yazmak macerakitabım (1)

Blog Yazmak

Döndüm dolaştım, yine kendimi blogda buldum. Blog Yazmak artık çok zevkli 😀 Hatırlarsanız ne zamandır blogun alt yapısından şikayetçi olduğumdan bahsedip duruyordum. Sanki çatısından, penceresinden su sızdıran, ne kadar temizlersen temizle bir türlü temiz gözükmeyen, güneş almayan loş bir evde yaşıyor gibiydim. Yazdığım yazılar kafalarına göre font değiştiriyor, canı hangi puntoda olmak isterse o puntoda…

Keyifli bir Takıntı : Blog yazmak

Gün-17 – Takıntılarım ve ben 😉 Birisi takıntı mı dedi? Bazı objelere takıntılı olma durumum var ne yazık ki. Uzun zamandan beri benimle olan eşyalarıma gözüm gibi bakıyorum. Mesela lise yıllarından beri kullandığım mavi renkli bir 0.5 kalemim var. Kimselere vermek istemiyorum, kimsenin kullanmasını da istemiyorum. Uğurlu kalemim o benim. Dili olmasa da bana anımsattığı…

Kendime ince ayar çektim bu hafta

İnsan yaşadığı çemberden kısa bir süreliğine bile uzaklaşsa çok şeyin farkına varıyor. Bu aralar kendi hayatıma bakar oldum yine. Zaten bi’ havalarda dolaşan, bi’ diplerde gezinen bir tip olduğumu anlamışsınızdır. Daha doğrusu her zaman kendime soracak bir sorum var. Derdim hoyratça harcanan/harcadığım zamanla ilgili. Paramıza sahip çıkmak için elimizi sıkı sıkı kaparken, neden zamanımızı böyle…

Gün 12- Salı, rutinin içinde kayboluş.

Bu sabah uyandığımda evde olduğumun farkındaydım. Yastığım yine yerdeydi, Kuzey okula çoktan gitmişti. “Umarım çok geç olmamıştır.” diye düşündüm. Kalktım, şarjda (bakınız TDK!) takılı telefona baktım. Saat dokuz olmuştu. Dışarıda aydınlık bir hava vardı. Tepesinde parlayan lambanın ışığıyla uyanmaktansa güneş ışığını tercih eden Selçuk’un sabah esintisi şeklindeki günlük vızıldamasını duymamak için perdeyi açtım. Perdelerimiz öyle kalın ki…

Gün 7- Perşembe, Zaman öyle ardından baktırır insana.

Bu sabah kalktığımda dün yazdıklarım aklımdaydı. Yüzümde tuhaf bir gülümseme ile bir gece evvel döktürdüğüm incilere geri dönüp bakmamaya karar verdim. Zaten gün içinde de bloga dönüp de bakacak vaktim olmadı. Sadece iş yerinde her şeyi birbirine attığım öğlen öncesinde bir mola almaya karar verdim. Basket maçındaki oyuncular giib etrafımdakilere mola işareti verip herkesten dağılmasını rica…

Gün 6- Çarşamba, Şaşkın Ördek…

İnanmıyorum. Neredeyse bloga bir şey yazmadan yatmaya gidecektim. Bizimkilere, “Hadi iyi geceler. Ben yatıyorum.” dedim ve dememle birlikte jeton düştü. Tüm gün bloga yazı yazma düşüncesi aklımda olmasına rağmen oradan oraya koştururken aklımdan tümüyle çıktı. Sabah uzun zamandır görüşmediğim arkadaşlarımla bir kahvaltı ayarlamıştık. İstanbul trafiğinde cebelleşerek Kızıltoprak’a ulaşabildim. Aklımın almadığı trafiği gördükçe kendi kendime herhalde…

Gün 4: Pazartesi, Babasının Kızı…

İki gecedir üst üste tuhaf rüyalar görüyorum. Pazar günü amcamlara kahvaltıya gideceğimizden dolayı mı bilmiyorum ama babamı rüyamda gördüm. O kadar uzun zamandır onu rüyamda görmüyordum ki rutin rüya buluşmalarımızdan farklı davrandık birbirimize.  Normalde mümkün olmayan bir durumun/mucizenin içinde olduğumun farkında olur ve onu gördüğüm için şükrederdim. Yani artık yanımda olmadığını ve onu rüyamda görmemin…

Bizim evin halleri

Geçen hafta cuma gününe kadar yetiştirmem gereken bir yazı vardı. Konunun etrafında dönüp durdum, ağdalı kelimelerle lüzumsuz benzetmeler yapıp güya işi kotarmaya çalıştım. Olmadı. Çaresizce çabalamama rağmen yazı bir türlü ritmini bulmadı. Bir öykü yazmaya çalışıyordum ama konusu ne yazık ki içine girmek istemediğim bir sürü şey barındırıyordu. Her ne kadar varlığımı olayın dışında tutmaya…